1980.12. Eylül. Cuma. Askeri Faşist darbenin ilk sabahı Saat 05’de, üç cemse dolusu asker ve 15 kadar polis beni evimden aldı hükümet binası önünde silahlı bekleyen 150 askerin önüne getirdi. Konuşmamak ve hazır ol vaziyette beklemem konusunda uyarıldım. Etrafta benden başka hiş sivil yoktu, belli ki ilk ben alınmıştım.

 Ne olup bittiğini anlamam için sabırlı olmalıydım. Bir saat sonra CHP Zonguldak İl Başkanı Ahmet Baş, sonra MHP Zonguldak İl yöneticisi Aydın Gümüşyazıcı getirildi. Beni tekrar minibüse bindirdiler ve Site’ye gittik, burada MSP Zonguldak İl Başkanı Avukat Rıfkı Durgun evinden alındı ve tekrar hükümet önüne getirildik. Son olarak AP Zonguldak İl Başkanı Yüksel Cankuş da bize katıldı. Saat 09’a kadar arkamızda 150 asker en önde biz bekletildikten sonra Yüzbaşı ve 8–10 asker eşliğinde Zonguldak Belediye binasına getirildik. Belediye Başkanı Nadir Pulat makamında oturuyordu.  Kısa bir süre sonra Uyanış Gazetesi sahibi Ali Bahadır gazeteci kimliği ile bizleri ziyarete geldi. Akşamleyin hepimiz serbest bırakıldık.

Bu gözaltı benim için ilk oldu ama son olmadı. 1983 yılı sonuna kadar 27 kez gözaltına alındım. Her gözaltına alınışta bazen 2 gün bazen 4 ay nezarethane ve cezaevinde kaldım. Sorgu ve mahkemeler nedeniyle 8 kez Zonguldak dışına götürüldüm. İstanbul Samandra, Hasdal, Selimiye Askeri Tutukevi, Gayrettepe Polis Merkezi ve Gölcük Seymen’de gözaltında tutuldum. Gayrettepe işkence hanelerinde 78 gün kaldım. Bu süre içinde işkencenin her türlüsüne maruz kaldım. Birçok işkenceye ve üç ölümlü işkenceye şahit oldum. Ben 12 Eylül sonrası gözaltına alınan 650 bin kişiden biriydim. 12 Eylül de; 210 bin davada 230 bin kişi yargılandı.7 bin kişiye idam cezası istendi. 517 kişiye idam cezası verildi.50 kişi idam edildi. 171 kişi işkencede öldü.

Cezaevlerinde 299 kişi öldü. 30 bin kişi mülteci olarak yurtdışına gitti. 300 kişi kuşkulu şekilde öldü. 12 Eylül sonrası Zonguldak’ta 850 kişi gözaltına alındı. Çoğu yıllarca cezaevinde yattı.

Zonguldak’tan Ekrem Ekşioğlu (Ankara’da) ve Çaycuma’dan Haşim Doruk (Gölcük’te) işkencede öldürüldü, polis “intihar” dedi. Ekrem Ekşioğlu; eski Başbakanlardan Nihat Erim’in öldürülmesinden sorumlu olarak gözaltına alınmıştı. Ekrem Ekşioğlu: 12 Eylül’den birkaç ay sonra Sıkıyönetim Komutanlığının görevden aldığı Belediye Başkanı Nadir Pulat’ın yerine Belediye Başkanı olarak atadığı Halil Ekşioğlu’nun oğlu.  

12 Eylül sabahı grevler yasaklandı. Yurt genelinde grevde olan binlerce işçiye zorla işbaşı yaptırıldı. On binlerce işçiyi ilgilendiren toplu sözleşmeler ertelendi. İşçi sınıfının mücadele örgütü Devrimci İşçi Sendikaları Konfederasyonu (DİSK) kapatıldı, yöneticileri tutuklandı. DİSK yöneticilerinin çoğu idamla yargılandı. İşçi sınıfının siyasal örgütü partiler kapatıldı. İşçi önderleri, emekçi dostu bilim adamları tutuklandı. Binlerce öğrenci genç hücrelere dolduruldu. Ertelenen toplu sözleşmeler için sıkıyönetim tarafından oluşturulan Yüksek Hakem Kurulu (YHK) toplu sözleşmeleri yüzde on gibi çok düşük bir ücretle bağıtladı ve işçilerin birikmiş alacaklarına karşılık işçilere “tasarruf bonosu” verildi. Bu bonolar en fazla tefecilerin işine yaradı. Birçok işyeri-fabrika sahibi işçisine tazminat vermemek için hileli iflasla fabrikasını kapattı. Kısaca 12 Eylül’ün en büyük muhatapları işçiler emekçiler oldu.

12 Eylül’ün emekçiler üzerine olan saldırısı aynı zamanda uluslar arası sermayenin saldırısının bir parçasıydı. Saldırı işçi sınıfının en zayıf olduğu bir dönemde ulus devletin olmazsa olmazı olan KİT’lerin tasfiyesiyle devam etti. KİT’ler tasfiye edildi. Şimdi sıra, küresel sermayenin daha rahat dolaşımı için önünde engel gördüğü ulus devletin; Federasyon-Eyalet yönetimine dönüşümü için tasfiyesine geldi. Ulus devleti koruma adına örgütler kuran “Ulusçu”lar tasfiye edildi. Atatürkçü-Ulusalcı (*)’ların tasfiyesi Sabahattin Ali’nin öldürülmesiyle başladı, Bahriye Üçok, Uğur Mumcu vb. ile devam etti ve Hrant Dink ile sonlandı. Küresel sermayenin tek korkusu her zaman işçi sınıfı oldu. Bu korkuları devam ediyor. İşçiler- emekçiler, Faşist yönetimin muhatapları yapılan saldırılara ancak kendi partileri ve sendikal örgütleriyle karşı koyar. Bunun başka yolu yok.

 

* Her ikisi de milliyetçilikten beslenir.  “Ulusçu”’lar; etnik kimliği savunurken, Ulusalcı’lar; diğer uluslara kendi iktidarlarının çıkarı için daha esnek davranmayı tercih eder.