Şehre ilk geldiğinde bıyıkları bile çıkmamıştı daha…

Ürkek bir güvercin gibi etrafını anlamaya çalıştığı yıllarda tanıdım onu…

Kalbinin temizliği yüzüne vurmuş derler ya…

Abdullah, sahiden de öylesine yağız bir delikanlıydı…

Bilecik’te rençperlik yapan ailesinden çocuk sayılacak yaşlarda kopan Abdullah, yüz binlerce Anadolu genci gibi cemaatle buluğ çağlarında tanıştı…

Fetullah Gülen cemaatinin “hoşgörü hareketi” olarak kartopu gibi büyüdüğü yıllarda o da diğerleri gibi devletin ona sağlayamadığı barınma ve eğitim imkanlarını cemaatin yurtlarında, cemaatin kanatları altında buldu…Cemaate bağlılığının özünde ise Anadolu insanının en karakteristik özelliği olan “vefa” duygusu yatıyordu…

Birde cemaat ağabeylerinin düşünceleri onun için çok önemliydi… Birkaç kez olaylar karşısında kendi aklı ve vicdanıyla hareket edemediğini, özgür olmadığını söylediğimde ise kızıp, kabullenmese de ağabeylerinin uygun görmeyeceği bir olayın içinde olamayacağını söylemekten geri kalmazdı hiç…

Cemaat onu üniversiteyi bitirdikten sonra da bırakmadı…

Babasının domates tarlasından bavulunu toplayıp yıllarca cemaatin koruması altında İslami ilim ve eğitim alan Abdullah Karabacak, yıllar sonra Cihan Haber Ajansı ve Zaman Gazetesi muhabiri olarak Zonguldak’a atandı… Medya sektöründe her dönem kamplaşma ve çatışmalar olmuştur… Ama o polemikten olabildiğince uzak durmayı tercih etti… Zaman muhabiri Abdullah Karabacak, kişiliği ve dürüstlüğüyle önce insanların sevgisini kazandı sonraki yıllarda ise mutlu bir yuva kurdu Zonguldak’ta…

Yaptığı haberlerin yer aldığı Zaman Gazetesi 1 milyon aboneye ulaşıyor, neredeyse her apartmanda, köyde, işyerlerinde, kamu dairesinde Zaman Gazetesi okunuyordu!

Ve tarihler 17 Aralık’ı gösterdiğinde Abdullah gibi yüz binlerce insan sonu bilinmeyen bir yolculuğa çıkıyordu…

Hükümetle ters düşen cemaat, eteğindeki taşları dökünce yer yerinden oynadı… Daha doğrusu biz öyle olacağını zannetmiştik! Ama Erdoğan, her zamanki kıvrak zekasıyla iğne deliğinden geçti desek yeridir! Ve o gün başlayan “cemaat-hükümet” hesaplaşması Türkiye’yi 15 Temmuz darbe akşamına kadar sürükledi…

15 Temmuz vakası hükümetin elindeki kartları güçlendirmekle kalmadığı gibi, Erdoğan’a o ağzından hiç düşürmediği cemaatin ininin anahtarını veriyordu… Dediğini de yaptı, inlerine girdi…

Binlerce örnekten biri olan Abdullah Karabacak, önce işini kaybetti, sonra huzurunu… O herkesin sevgiyle, sempatiyle baktığı Zaman Gazetesi muhabiri Abdullah Karabacak biranda istenmeyen adam oldu çevresinde… Korkusundan paçasına kaçıran meslektaşları da sırtını dönünce acımasız bir yalnızlığın ortasında buldu kendisini… Halbuki süreç içerisinde kendini geri çekmiş, son zamanlarda düğün çekimleri yaparak evinin rızkını kazanır olmuştu…

Geçenlerde Gazipaşa’da rastlaşıp ayaküstü dertleştik… Onu herhalde en iyi ben anlayabilirdim… Korkunun insanları nasıl zavallılaştırdığına o da yaşayarak şahit olmuştu… Geçmişte cemaate sempati duyan yüz binlerce insan gibi o da gelecek kaygısıyla yaşıyordu artık…

İyide bizim Abdullah’ın değil darbeyle ağız dalaşı yaptığına bile şahit olanımız yoktu ki… Abdullah’ın hikayesi kandırılan, aldatılan, inançları sömürülerek cemaatin dergahında tek tip kerpiçten su testi gibi pişirilen on binlerce yoksul insanın yaşadıkların kısa bir özeti aslında…

Hep diyorum ya, koca ülkenin Cumhurbaşkanı kandırıldığını söyleyip işin içinden çıkıyor da, bu insanların kandırılmış olabileceğini niçin akıl kesmiyor? Selden kütük kapma derdinde olan jurnalci gazetecilerin, görevden alınan cemaatçilerden boşalan kadrolara atanmak için fırsat kollayan bürokratların, riski sıfırlamak kaygısıyla cemaatin kedisini bile içeri tıkmak isteyen anlayışla cemaat rezaletini çözeceğinizi zannediyorsanız çok yanılıyorsunuz beyler…

Bu bugün Gülen Cemaati olur, yarın Mahmut Efendi ya da Nakşibendi…

Gelin hepimiz siyasi kimliklerimizden arınalım ve 15 Temmuz’u milat kabul edelim… Gelin özgürlüğünü, işini, yuvasını elinden aldığınız insanları son bir kez olsun affedin… Şüphesiz darbeye kalkışan, insanlara kurşun sıkan, oyuna alet olan hatta zemin hazırlayanları da yasalar önünde en ağır şekilde cezalandıralım…

Milleten af dileyen Cumhurbaşkanı bu hakkı kendisinde görebiliyorsa, onun referansı ve desteğiyle güçlenen bu cemaate teslim olan insanları da bir defalığına affetmek gerekmez mi?

Abdullah dediğin bir garip oğlan…

Tıpkı diğer Türkiye’nin dört bir köşesinde yaşayan Abdullahlar gibi…