Tarih boyunca insanlığı tehdit eden üç temel sorun hep kıtlık, salgın hastalıklar ve savaşlar olmuştur. Nesiller boyunca çeşitli tanrılara, meleklere, azizlere veya evliyalara yakarmış, sayılamayacak kadar çok alet, kurum ve sosyal yapı icat etmiş olsa da insanlık yine de açlık, hastalık ve şiddet yüzünden kitleler halinde ölmeye devam etmiştir. Halen de devam etmektedir.
   İnsanlara zaman zaman büyük zararlar veren bu üç afetten ikincisi olan salgın hastalık ne yazık ki günümüzde tekrar hortlamıştır. 20.yüzyılda baş döndürücü bir hızla gelişen ulaşım teknolojisi insanları dünyanın her bölgesine kolayca erişebilir kılmıştır. Fakat bu fiziksel hareketliliğin insan neslinin geleceğine yönelik tehlikelere de kapı araladığı son COVID-19 Pandemisi İle kendisini apaçık göstermiştir. Bu nedenle, bu hastalıklar hakkındaki bilgilerimizi ve tarihteki büyük salgınları tekrar hatırlamamızda yarar vardır.
   Önce pandemi ne demek; onun bir tarifini yapalım: Pandemi; dünyada birden fazla ülkede veya kıtada, çok geniş bir alanda yayılan ve etkisini gösteren salgın hastalıklara verilen genel bir isimdir. Günümüzde insanların çoğalması ve insan trafiğinin kolaylaşması ve hızlanması nedeniyle bulaşma ve yayılma riski son derece arttığından; artık tüm bulaşıcı hastalıkların pandemi olduğunu var sayabiliriz.
   Salgın hastalıklar veya bulaşıcı hastalıklar dediğimiz hastalıklar vücuda giren bakteri, virüs, mantar veya parazit gibi küçük organizmaların sebep olduğu hastalıklardır. Bu hastalıklardan en önemlileri kolera, veba ve kara veba, zatürre, tifo, tifüs, çiçek, difteri, dizanteri, sıtma, grip, hepatit, menenjit ve tüberküloz dur. Bunlara özellikle son yüzyılda ortaya çıkan Rus gribi, İspanyol gribi, Asya gribi, Hong Kong gribi, HIV/AIDS, SARS, domuz gribi, ebola, MERS ve günümüzün hastalığı Covid-19'u da ilave edebiliriz.
   Son yıllarda tıptaki ve teknolojideki gelişmeler sayesinde bu hastalıkların bazıları neredeyse tarihten silinmiştir. Örneğin bir zamanlar büyük kitleler halinde ölümlere sebep olan çiçek hastalığı, veba hastalığı veya kolera hastalığının kökü kazınmıştır. Tüberküloz, tifo, tifüs ve difteri gibi hastalıklar da artık pek görülmüyor. Görülenler de salgın haline gelmeden tedavi edilebiliyor. Diğer ölümcül salgın hastalıkların da, geliştirilen tedavi yöntemleri nedeniyle günümüzde tekrar ortaya çıkma ihtimalleri minimum düzeye indirilmiş durumdadır. 
   Başımızın belası Covid-19'a tekrar döneceğim. Ama bulaşıcı hastalıkların ne denli afetlere sebep olduğunu daha iyi anlatabilmek için bazı örnekler vermek istiyorum. Fakat kayıp rakamlarını okurken o yıllarda dünya nüfusunun bu günkü gibi 8 milyar değil, 1 milyar civarında olduğunu dikkate alın..
    HASTALIK                                                   YIL                               ÖLÜ SAYISI
   Antonine (çiçek-kızamık) salgını             165-180                             5 milyon
   Justinian vebası                                       541-542                            30-50 milyon
   Kara veba                                                1347-1351                        200 milyon
   Yeni Dünya çiçek salgını                         1520 sonrası                     56 milyon
   3.veba salgını                                          1885                                 12 milyon
   İspanyol gribi                                           1918-1919                        40-50 milyon
   Bunların yanında, son yıllarda salgın olan ve 1 milyon veya daha altında ölümlere sebep olan Hong Kong gribi ve SARS gibi diğer hastalıkları saymıyorum bile... 
   Elbette ki insanların az olduğu ve uluslararası, ve özellikle kıtalararası seyahatlerin çok kısıtlı olduğu, yani bulaşma riskinin sınırlı olduğu zamanlarda bu ölümlerin dünyaya homojen bir şekilde dağıldığı düşünülemez. Bu nedenle belli bölgelerde daha yoğun olduğu ve daha çok insanın öldüğü aşikardır. Birkaç örnek vermek gerekirse; kara veba salgınının olduğu 1347-1351 yılları arasında Avrasya nüfusunun dörtte birinden fazlası ölmüştür. Aynı salgında İngiltere'nin nüfusu 3.7 milyondan 2.2 milyona kadar düşmüştür. Bir diğer örneği Meksika'dan verebiliriz. 1520 sonrası çiçek salgını nedeniyle, daha önce 22 milyon olan Meksika nüfusu 2 milyonun altına kadar düşmüştür.
   Gördüğünüz gibi, salgın hastalıkların sonucu çok dramatik olmuş ve hatta bazı ulusları neredeyse yok olma noktasına getirmiştir. O yüzden salgın hastalıkları çok ciddiye almak gerekir.
   Tekrar günümüze, yani Covid-19 salgınına dönersek; an itibari ile dünyada bu hastalıktan ölenlerin sayısı 1.5 milyonu çoktan geçmiştir. Bu pandeminin ne kadar süreceği ve kaç can daha alacağı meçhuldür. İnsanların eskiye göre çok daha kalabalık olması ve seyahatlerin yoğun ve hızlı olması nedeniyle bulaşma sorununun giderilmesi hayli zordur. Bereket ki eskiye nazaran önleme ve tedavi yöntemlerinin çok gelişmiş olması bu dezavantajı karşılamaktadır. Nitekim an itibariyle dünyada en az 7 ülkede aşılar geliştirilmiş olup tatbik edilmeye de başlanmıştır. Hatta Türkiye de aşı çalışmalarına hızla devam etmekte olup ilkbahar aylarında kullanılmaya başlanacaktır. Bu yüzden umutsuzluğa gerek yoktur. 
   En iyisi ben size umutsuzluğun zararını ve umutlu olmanın faydasını gösteren bilimsel bir deneyi anlatayım.
  100 fare suyla dolu cam bir tübe yerleştiriliyor. Fareler bitip tükenene kadar tüpten çıkmaya çabalıyor ama başaramıyorlar. 15 dakika sonra çoğu umudunu yitiriyor ve çırpınmayı bırakıyor. Etraflarına kayıtsız, cam tüpün içinde kalakalıyorlar.
   Ardından farklı 100 fare daha tüplere atılıp 14. dakikada, yani umutları tükenmeden hemen önce tüpten çıkarılıyor. Kurulanıp beslendikten ve biraz dinlendirildikten sonra tekrar tüplere atılıyorlar. İkinci turda, pes etmeden önce çoğu fare 20 dakika kadar çabalıyor. Neden 6 dakika daha dayanıyorlar? Çünkü bir önceki turda kurtarılmış olmanın anısı beyinlerinde biyokimyasal salınımları tetikleyerek farelere umut veriyor ve çaresizlik hissini geciktiriyor.
   Umutlu olmanın hayati önemini bu deneyde gördünüz. Bu deneyin fareler üzerinde yapılmış olmasına kafayı takmayın. Çünkü bu durum insanda da aynıdır; hatta umudunu kaybetmemek insanlarda çok daha önemlidir. Umudu kaybetmenin ve enseyi karartmanın sonuçları ise çok dramatik olabilir. Örneğin, karantina süresinde psikolojik rahatsızlıklar ve özellikle akut travma ve akut anksiyete (kaygı) ve bunların oluşturduğu davranış bozuklukları meydana gelebilir. Hatta bu rahatsızlıklar pandemi sonrası bile devam edebilir. O yüzden umudu hiçbir zaman kaybetmemeliyiz.
   Bakın ne demiş büyük şair Nazım Hikmet?
       ''Umut binbir ayaklı,
       Umut güneşte saklı.
       Umut edenler haklı,
       Umut insanın hakkı...''
   Bu arada; ''Servetini kaybeden çok şey kaybetmiştir. Dostlarını kaybeden daha çok şey kaybetmiştir. Ama umudunu kaybeden herşeyini kaybetmiştir!'' özlü sözünü de unutmayalım.
   Yazıyı yine Nazım Hikmet'in bir şiirinden bir alıntı ile bitiriyorum.
       ''Güzel günler göreceğiz çocuklar
                   Güneşli günler göreceğiz.
       Motorları maviliklere süreceğiz çocuklar
                  Işıklı maviliklere süreceğiz...''