Bu sefer yine politika yazmak içimden gelmedi. Hele Devlet Bahçeli'nin meclis başkanlığı seçiminde sergilediği tutum ve davranıştan sonra iyice politikadan nefret eder hale geldim. Onun için bu yazımda  biraz da yurt dışına kaçacağım. Ama önce ağustos böceğinden bahsedeyim.

   Aslında bu zavallı böceklere haksızlık ediliyor. 10-15 yıl yavru olarak yer altında kaldıktan sonra, yer üstüne çıkıp zaten topu topu 3-4 hafta yaşayabilen bu böcekler çalışıp ta kime çalışacak! O kısacık ömürlerinde eğlenmek onların çok doğal hakları değil mi?

   Ama 17.nci yüzyılda yaşamış meşhur Fransız şair ve yazar La Fonten (La Fontaine) öyle bir fabl yazmış ki bizim ağustos böceği adeta tembelliğin simgesi haline gelmiş. 

   Hepinizin bildiği gibi, bu masal şöyle: Karınca bütün yaz boyunca çalışmakta, kış için evini ve yiyeceklerini hazır etmektedir. Ağustos böceği ise yan gelip yatmakta, saz çalıp şarkı söylemektedir. Bu arada karınca ile de dalga geçmektedir. 

   Kış geldiğinde üşüyen ve yiyeceksiz kalan ağustos böceği; sıcacık sobasının karşısında keyif çatan karıncanın kapısını çalar. Ondan sığınma ve yiyecek talebinde bulunur. Masala göre, karınca ona şöyle der: ''Madem bütün yaz saz çaldın, şarkı söyledin; şimdi de biraz oyna!'' deyip kapıyı yüzüne kapatır.

   Ama bu olay Fransa'da olur. Türkiye'deki versiyonu başkadır. Gerçi iki  masalında  birinci paragrafları aynıdır. Fakat ikinci paragrafta işler değişmektedir. Burada olay şudur: Türk karınca evinde doğru dürüst yanmayan sobasının başında titreyip dururken kapı çalar. Kapıyı açınca, karşısında ağzında kalın bir puro ile kürkler içindeki ağustos böceğini görür. Arkasındaki lüks arabanın içinde de sarışın bir afet onu beklemektedir. 

   Ağustos böceği karıncaya. ''Komşu, Paris'e tatile gidiyorum da, oralardan bir isteğin var mı diye sormaya geldim.'' deyince; karınca da evet var der. ''La Fonten diye bir herif var. Git onun mezarını bul. Mezarına bir güzel işe.'' Sonra hızını alamaz ve ilave eder: ''Ayrıca ona benden selem söyle; onun La Fonten gibi anasını avradını..!''

    İşte bu masalın bizim ülkedeki versiyonu böyle!  Peki şimdi bu masalı neden anlattım? Bilirsiniz yazılarımı fıkralarla süslemeyi severim ama bu masalı durup dururken anlatmadım. Asıl konumuz komşumuz Yunanistan ve ona benzemeye çalışan ekonomik yapımız. Ekonomilerimizin temeli üretmeden tüketmeye dayalı olduğu için müşterek yönlerimiz çok var.

   Biliyorsunuz Yunanistan ekonomik açıdan çok zor durumda.Toplam borcu 320 milyar Euro. Uluslararası Para Fonu'na (IMF) olan  1.6 milyar Euro'luk kredi taksitinin ödenmesi için verilen süre, salı günü saat 24.00'de sona erdi. Bu ne demek biliyor musunuz? Bu ülkenin resmen iflas etmesi demek!

   Yunanistan'ın ve Yunan halkının acıklı halini yazılı ve görsel medyadan takip ediyorsunuzdur. Onun için ayrıntılara girmeyeceğim.

   Şimdi ise genç Başbakan Çipras yönetimindeki Yunan Hükumeti, Troyka denilen IMF, Euro Bölgesi ve Avrupa Merkez Bankası üçlüsünden borçlarının yeniden yapılandırılmasını talep ediyor. Ama onlar mevcut şartlarda buna yanaşmıyorlar. Yunan halkına kemer sıkma politikalarını dayatmak istiyorlar. Kişi başı 32.000 Euro gelirle rahat yaşamaya ve siestaya düşkün Yunan halkı da bunu kabul etmek istemiyor. Hükumet sorumluluğu almak istemiyor ve bu pazar günü referandum yaparak halka bunu sormak istiyor.Halka şunu soracak:''Troyka'nın talep ettiği kemer sıkma önlemlerini onaylıyor musunuz?'' Eğer 'evet' cevabı çıkarsa Çipras bu yükün altına girmeyip kaçacak!

   Görüyorsunuz durum komşumuz açısından çok vahim.İki ucu pis bir değnekle karşı karşıya. Peki ama bu bizi neden bu kadar ilgilendiriyor? Bizim ''Komşuda pişer bize de düşer'', ''Komşu komşunun külüne muhtaçtır'', ''Komşu açken tok yatılmaz'' gibi bazı atasözlerimiz vardır. Ama bana göre, buraya en uygun atasözümüz; ''Gülme komşuna, gelir başına!''dır.  Biliyorsunuz Avrupa'nın haylaz ve tembel çocuğu Yunanistan'ın  arkasında Troyka gibi bir dayısı var. Allah göstermesin; biz Yunanistan'ın durumuna düşersek bizi kurtaracak böyle bir dayımız da yok.

   Gelelim şimdi Yunanistan ve Türkiye'nin ağustos böceği ile benzerliğine..Bir kere her iki ülke de Akdeniz ülkesi. Doğal olarak, iki ülke halkı da rehaveti ve üretmeden tüketmeyi seviyor. Üretmeden tüketen ülkelerin ekonomilerinin iyiye gittiği nerede görülmüş? Örneğin, siz ayda 1000 lira kazanıp 1.500 lira harcıyorsanız ekonominiz iyi denilebilir mi? Ülke ekonomileri de aynıdır. Bir Türk'le bir Yunanlının yaptığı toplam üretim bir Alman'ınki kadar bile değil. Ama Alman parasını milimine kadar hesap edip harcarken, örneğin Yunanlı çok az çalışmakta ve parasını da eğlence alemlerinde savurganca harcamaktadır. Sonra da Alman'a gel beni kurtar demektedir. Tıpkı ağustos böceği ve karınca masalındaki gibi!

   Siz ''bizim ekonomimiz iyidir. Yunanistan'la karıştırma!'' da diyebilirsiniz. Ama kazın ayağı öyle değil. Cumhurbaşkanı ve Başbakan durmadan açılış yapıyor. Siz hiç üretim yapan tesis açıldığını görüyor musunuz? Olsa da çok az. Ama bu memlekette durmadan AVM'ler yapılıyorsa, her taraf restoran ve otellerle doluyorsa, her kes yeyip içip eğleniyorsa; buna mukabil fabrikalar kapanıyorsa, iflaslar hızla artıyorsa, tarım ve hayvancılık ölüyorsa ve işsizler ordusu hızla artıyorsa; ve buna 2 milyon Suriyeliyi de eklerseniz, ekonomimiz iyiye gidiyor diyebilir misiniz? Buna birde devlet bütçesindeki sürekli artan cari açığı, dış ticaret açığını,  iç ve dış borçları da ilave ediniz.

    Ha bu günkü nispeten rahatlatıcı durumun nedenini sorarsanız; bana göre bunun nedeni Türkiye'ye yüksek faize gelen, yani kanımızı emmeye gelen sıcak para ve borçla yaşamamızdır. Ama takdir edersiniz ki bu sürdürülebilir bir durum değildir. Biz şimdi aslında acı çeken ama morfini yeyince rahatlayan bir hastaya benziyoruz. Morfinin tesiri bir gün geçerse işte o zaman acı gerçekle yüz yüze kalabiliriz.

    Onun için; komşumuza gülmeyelim. Tam tersine onun hatalarından ders alalım ve ona göre önlemlerimizi alalım!