Ne zaman Filistin üzerinde düşünmeye başlasam, Behçet Kalaycı’nın Zonguldak acısı için yazdığı“Bir yaradır kanar yüzyıldan eskil” dizesi düşer aklıma… Gerçekten de Filistin yüzyıldan beri hiç kabuk bağlamayan derin bir yarasıdır dünyanın… Kirli savaşlarda irinleşen bir şark çıbanıdır, öylesine zonklar insanlığın yüreğinde… Küçücük çocuktum, radyo bile olmayan evimize arada sırada gelen gazetelerden okuyordu büyüklerim, Ortadoğu’da Arap, İsrail savaşı sürüyordu. Orası nere, savaşanlar kim, hiçbirini bilmiyordum ama babamın büyük bir özgüvenle söylediğine göre, harbin sonunda kâfirlerin kökü kazınacaktı…  Algı dünyamın siyahlarla beyazdan ibaret olduğu çocuk günlerimde gâvurlarla savaşan birileri vardı ve kalbim onlarla birlikte atıyordu doğal olarak… İyiler kazanacaktı mutlaka, izlediğim tüm filmler öyle bitiyordu çünkü…

Yaşım bir parça ilerledi, anlamaya çalışan gözlerle bakmaya başladım dünyaya… Babamın “anarşit” dediği insanlar o kadar da kötü insanlar olmadığını anladığımda sokağın davetkâr sesine koştum, “savaşsız sömürüsüz bir dünya” kavgası veren on binlerin haykırışlarına karıştırdım çocuk sesimi… Algı dünyamda siyahla beyaz hâlâ çok baskın şekilde yer alsa da ara renkler beliriyordu yavaş yavaş… “Gâvur” kavramı silikleşiyor “sömürücüler”, “emperyalistler”, “faşistler” geliyordu yerine… Bu kez radyolardan dinliyor, gazetelerden bizzat okuyordum ki, Ortadoğu’da savaş hâlâ sürüyordu… Yine taraftım elbette. Okuduğum dergiler Siyonizm’le savaşan Filistin halkıyla dayanışmaya çağırıyordu bizi, mazlum tüm milletlerin verdiği özgürlük mücadelesi dini, dili, ırkı ne olursa olsun tümümüzün ortak mücadelesiydi okuyup iman ettiğim dergilere göre…

BAŞIMIZDA KEFİYE, AKLIMIZDA FİLİSTİN

Yaser Arafat idollerimizden biri oldu zamanla… Tüm dünyadaki sosyalistler gibi, Ortadoğu’da olan bitene onun gözünden bakıyor, tavrımızı onun tutumuna göre belirliyorduk. Sovyetler Birliği’nin varlığıyla güçlü hissediyorduk kendimizi…  Yapay da olsa bir denge vardı çünkü dünyada, başta Küba ve Filistin olmak emperyalist kuşatma altındaki halklar bir parça da olsa soluk alıyordu o sayede…  Filistin Kurtuluş Örgütü’nün yurtiçi ve yurtdışındaki pek çok eylemini, siyasal İslamcıların o yıllardaki mürşitleri dahil pek çok çevrenin “terörist” nitelemesine aldırmadan destekliyorduk. Çoğu zaman başında kefiyelerle dolaşıyordu arkadaşlarımız sokaklarda… Deniz Gezmiş dahil pek çok öncülümüz Filistin kamplarına gidip açık destek vermemiş miydi zaten?

 Siyonizm’i bölgedeki vurucu gücü haline dönüştüren emperyalistler de boş durmuyordu elbette. Arafat’ın başında bulunduğu FKÖ’nün karşısına bugün iktidarda olan Hamas’la Hizbullah çıkarıldı zamanla. Sivillere karşı provokatif eylemler düzenleyerek Filistin halkını “terör suçlusu” ilan etti. Paravan örgütlerle mücadeleyi bölerken Siyonist işgale de zemin hazırlandı. Şiddet akıl almaz biçimde tırmandırıldı, gözyaşının hiç bitmediği çok büyük acılar yaşandı kadim topraklarda. Sabra, Şatilla katliamını, intifadaları; Gazze, Batı Şeria’da yapılan soykırımı, Golan’ın ilhakını, Ramallah kuşatmasını insanlığımızdan utanan gözlerle izledik… Bir halk hılza yok ediliyordu gözümüzün önünde…

DİN DEĞİL PAYLAŞIM SAVAŞI

Soykırım bugün de sürüyor. Uzun yıllar abluka altında tutularak mecalsizleştirilen Gazze hedefte şimdi de…  Dört yüz bin insanın yaşadığı şehir ağır bombardıman altında… Teknolojisi, ateş gücü son derece yüksek bir ordu, ellerindeki ağır silahlarla çocuk, yaşlı, kadın, erkek demeden katlediyor gözü dönmüş bir şekilde. Tüm dünya da seyrediyor. Tıpkı ülkemizdeki “Van minut şovmenlerinin” yaptığı gibi ticari kaygıyla insanlık değerlerinin üstü örtülüyor… İç politikada halkın gazını almak için meydanlarda yırtınan AKP ikiyüzlüleri İsrail’le ticari ilişkilerin ulaştığı düzeyden hiç söz etmiyor örneğin... Dahası Kürecik’teki NATO radar üssünden alınan verilerin kiminle nasıl, paylaşıldığını da anlatmıyor halka… İçi boş bir hamasetle tribünlere oynuyor…

Bizim durumumuz daha da kötü Yüreğimiz Gazze’de yanıyor ama bunu protesto eden kalabalıklar içine de katamıyoruz kendimizi… Meydanlardaki kalabalıklar savaşın emperyal karakterini göz ardı ederek bir din savaşı olarak tanımlıyor çünkü yalnızca… Mazlum bir halka dayanışmayı din kardeşliği üzerinden kurarak cepheyi daraltıyor… Muhammed’in ordusunun kafirleri yeneceğini müjdelerken, Siyonizm’i değil, tüm Musevileri hedef alıyor; bununla da yetinmiyor barışın, kardeşliğin rengini değil de nefret söylemini hâkim kılıyor diline… Yapılan konuşmalar, verilen mesajlar Hitler hayranlığına kadar giden bir akıl dışılığa uzanıyor… İnsanlık düşmanlarıyla, insanlık suçu işleyerek mücadele edilebileceğini sanan bu safdiller gaflet uykusundan ne zaman uyanır bilemem ama içinde insandan yana esintiler taşıyan herkesin bir şeyler yapmasının zamanı gelip de geçiyor artık… Sözlerimi A. Kadir’in “Filistinli çocuklar” adlı şiiriyle bitiriyorum: Hiç kimse hiçbir şey / veremez onlara / Hiç kimseden /  hiçbir şey bekledikleri yok. // Kara zeytin ve arpa tanesi / yedikleri bu çocukların // Ve kurumuş ot. / Ve çürümüş hurma. //  Bu çocuklar yoğuracaklar / kendi hamurlarını / bir gün / kendileri / Hamur tahtasında / özgürlüğün.”