Referandum sonuçları Türkiye üzerine uzun uzun düşünmemiz gerektiğini bir kez daha ortaya koydu… Çok şükür ki, bu ülkeyi iyi analiz etmiş, doğru tanımış, farklı bakış açıları sunarak ufkumuzu açmış çok değerli bilim insanlarımız var… Kendi birikimimizi, Pertev Naili Boratav, Cemil Meriç, Niyazi Berkes, İdris Küçükömer, Şerif Mardin, Sencer Divitçioğlu gibi değerlerin fikirleriyle harmanladığımız zaman referandumun ortaya koyduğu siyasi haritayı okumak biraz daha olanaklı pekâlâ… Ancak bu okumaları yapmak yerine ezber cümlelerle konum açıklamak daha kolayına geliyor hepimizin, bu da kimsenin yarasına merhem olmuyor…
 
Dicle Üniversitesinden Vedat Koçal, “Ak Parti’nin Siyasal Sosyolojisi – Türkiye’de Muhafazakâr Dönüşümün Toplumsal Temelleri” başlıklı çalışmasında, AKP’nin tarihsel, ideolojik, kültürel ve sosyo-ekonomik kaynaklarını ele almış. İktidarı üreten örgütü, politikaları, başta iktisadî olmak üzere toplumsal koşulları ele alan çalışma, AKP’yi anlama kılavuzu gibi adeta… İktidar karşıtı siyasal aktörler yararlandı mı, ya da ne kadar haberleri var bilmiyorum ama az sayıda olan bu çalışmalar dikkatlice okunmadıkça, AKP’ye karşı doğru politika üretmek mümkün değil bence… AKP’yi aşmak için onu tanımak gerekiyor çünkü…
 
KÜRESELLEŞMEYE EKLEMLENEN BİR SİYASAL HAREKET
AKP’nin sosyal alanda muhafazakâr, siyasette liberal bir hareket olarak çıktığı yolda, daha milliyetçi, daha devletçi, daha otoriter bir çizgiye gelmesinin nedenleri tartışılıyor çalışmada. Taşralı küçük müteşebbisin sınıfsal çıkarlarını dinsel-kültürel bir söylemle savunmaya çalışan “Milli Görüş” çizgisinden, iyice palazlanan Anadolu sermayesinin sözcülüğüne evrilen AKP’nin, iktidarı ele geçirdiği ölçüde, devletin gelir, üretim ve dağıtım işleviyle bütünleşerek farklılaşma eğilimine girdiğine vurgu yapılıyor… AKP’nin tarihsel, ideolojik, kültürel, sosyo-ekonomik kaynakları analiz edilerek, küreselleşmeye eklemlenen bir siyasal hareket olduğunun altı çiziliyor…
 
Koçal’dan öğrendiklerimizle devam edelim biz de… Küresel rekabetin sonucu olarak kârların minimize edilmesiyle yaşanan ekonomik daralma, devletlerin sosyal politikalarında büyük değişimlere neden oldu dünyada. Refah düzeyi düşen ve sahip olduğu sosyal konumu kaybetme endişesi duyan geniş kitleler, yabancı düşmanı, ırkçı politikalarla öne çıkan sağ partilere yöneldi. Terör olayları ve yoğun göç bu eğilimi tetiklerken, Türkiye’deki milliyetçi-muhafazakâr sosyoloji, özellikle Kürt sorununda yaşananlar nedeniyle, değişime kendini tümden kapattı. Bunun gözleyen AKP, hızla söylem ve politika değişikliğine giderek liberal sağ çizgiden, milliyetçi-İslamcı çizgiye kaydı.
 
AMACA ULAŞAN HER YOL MUBAH
AKP’nin referandumda büyük kentleri kaybedip, İç Anadolu ve Karadeniz’de tulum yapmasının en önemli nedeni, yol, tünel yapımı ile özetlenen kalkınmacı politikalarından daha çok kullandığı bu dil kesinlikle…  Ülkenin, dünyaya daha fazla entegre olmuş, dünyayla daha yoğun kültürel alışveriş içinde olan, görece olarak daha eğitimli, gelir düzeyi daha yüksek bölgelerde oyları dip yaparken, entegrasyona kendini kapatan, milliyetçi eğilimleri ağır basan, eğitim ve gelir düzeyi düşük kesimlerde gücünü korumasının başka da izahı yok zaten… Referandum kampanyasının en ortalık yerinde, “Ey Hollanda, ey Almanya” nidalarıyla çıkarılan krizi de bu çerçevede değerlendirmek gerekiyor…
 
Bunun bir pratiği de var ayrıca… AKP pragmatist bir parti, amaca ulaşmak için her yolu mubah sayıyor. Elinde havuz medyası ve devlet gibi güçlü propaganda aygıtları var… Zırva bile denmeyecek sözler bunlar aracılığıyla ortalığa serilerek kitleler kolayca manipüle ediliyor… Yaratılan alacakaranlıkta da operasyon tamamlanıyor… Sandık sonuçlarının değişimi de bu allem kallem cambazlığın işi bence… AKP’nin yasalara açıkça aykırı olan kararı hararetle savunup, tartışmaları bitirmeye çalışması da bunu gösteriyor. Şayet kazandığından emin olsaydı, seçimin meşruiyetine gölge düşürenleri, “Ey YSK” nidalarıyla, çoktan terörist ilan etmemiş miydi sizce de…