Değerli okuyucular, akademik ve politik yazılardan sıkılmaya başladığınızı biliyorum. Zaten milletvekili genel seçimlerinin yaklaştığı ileriki günlerde politik yazıları daha da fazla okuyacaksınız. Onun için bugün duygusal bir konuyu ele almak istiyorum.

Bu yaşanmış öyküyü özellikle anne babasından ayrı yaşayanlar okusun. Eminim yazıyı okuduktan sonra onlarla daha iyi empati yapacaklar ve onları mutlu etmeye çalışacaklardır.

Ortaokula gittiğim yıllarda, yani 1950'li yılların sonlarına doğru,  bizim oturduğumuz Kilimli Rıfat Kamil Mahallesi'ndeki EKİ  lojmanının alt tarafında, tek katlı bir lojman daha yapılmıştı.  Bu lojmana Alican Coşkun isminde Giresunlu bir adam ve ailesi taşındı. İkisi erkek biri kız üç çocukları vardı.

Coşkun Ailesi ile iyi komşuluklarımız oldu. Evin annesi Nazikar Teyze ile annem birbirlerini çok severlerdi. Çocuklar benden küçük oldukları için pek arkadaşlığımız olmadı ama babalarına Alican Dayı derdim.

Aradan yıllar geçti. TTK Karadon Müessese Müdürü olduğum sıralarda, Alican Dayı ziyaretime geldi. Tabii artık emekli olmuş ve yaşlanmıştı. Tatlı dilli ve hoşsohbet bir adamdı. Bu yüzden biraz sohbet ettik. Sohbet esnasında kendisine ''Çoluk çocuk nasıllar? Nazikar Teyzem iyi mi?'' gibi rutin sohbet soruları sordum. Meğerse Alican Dayı çok dertli imiş. Başladı anlatmaya. Aynen aktarıyorum.

-Ah Şerafettin Bey, sorma!  Çocuklar evlendi gitti. Biz kaldık Nazikar Teyzenle baş başa. Bizi ne arayan var ne soran. Kapımızı bile açmıyorlar. Geçen gün Nazikar Teyzenle sobanın başında oturuyoruz. Ben sigara içiyorum, o da örgü örüyor. Bir de baktık küçük bir fare fıldır fıldır gözlerle bize bakıyor. Nazikar hemen sobanın süngüsüne davrandı; fareye doğru hamle yapacak. O an ona dedim ki; ''Sakın o fareye dokunma! Bir dokunursan anam avradım olsun seni boşarım!'' Tabii çok şaşırdı ve ''Niye?'' diye sordu. Dedim ona ki; ''Ulan bizim kapımızı bu fareden başka çalan bir ziyaretçimiz var mı? Bu evde bir sese, bir tıkırtıya hasret değil miyiz? Bırak o fareyi; çabuk git mutfaktan peynir, ceviz ve kabak çekirdeği getir. Sobanın yanına koy, fare yesin. Buraya alışsın ki her akşam gelsin!''

''Sonra ne oldu?'' diye sordum.

- ''Sonra ne olacak?'' dedi. ''Dediğim gibi yaptık. Fare alıştı. Biz de onu seyretmekten büyük keyif alıyorduk. Ama birkaç gündür gelmiyor. Valla bayağı merak ediyorum!''

Kıssadan hisse: Çocuklar evlendikten sonra anne babalarına gerekli ilgiyi, daha doğrusu onların beklediği ilgiyi gösteremiyorlar. Onlarla empati yapıp duygularını anlayamıyorlar. Ancak kendileri anne baba olduktan sonra anlamaya başlıyorlar ama; o zaman da bazen çok geç kalmış oluyorlar.

Yaşlılar da bu duruma çok üzülüyorlar ama, çocuklar üzülmesinler diye bir şey söylemiyorlar. Zaten yaşlandıkça çocuklaşıyor ve duygusallaşıyorlar. Bu yüzden de alınganlaşıyorlar.

Ben bunu evlenen çocuklar ve aileleri arasında eskiden beri var olan ve süregelen bir insanlık trajedisi olarak görüyorum.

Anne babası halen sağ olanlar! Lütfen onları sık sık ziyaret edin ve kıymetlerini şimdi bilin; sonra üzülürsünüz!