Eski bir uzun mesafe koşucusu lisanslı bir atlet olarak bu yazıyı atletizm camiasına gönül veren insanlara boynumun borcu olarak yazıyorum…

Aç-susuz, sadece belediye otobüs bileti karşılığında koştuğumuz yıllardı…

Hacettepe Üniversitesi’ne bağlı akademi olarak hizmet verdiği yıllarda Zonguldak’ta yaşayan ve halen Marmara Üniversitesi Spor Akademisi’nde öğretim görevlisi olan Arif Engin Gürses, üniversitenin futbol takımında idman malzemesi olmaktan başka bir işe yaramadığımı fark edince beni Şehir Stadı’na götürüp atletizm koçlarıyla tanıştırdı…

O gün, dakikalarca aynı tempoda kilometrelerce koştuğumu gören koçlar, beni alabilmek için tatlı bir rekabete girdi…

İlk yarışımda il çapındaki kroslarda üçüncü olup madalya törenine kürsüye çıktığımda yaşadığım heyecanı ömür boyu unutamam…

Bütün sporların anası olarak bilinen atletizmin, hayatıma kattığı anlamın yanında yaşam felsefemi oluşturduğunu fark edememiştim o çağlarda…

Daha 17’sinde bıyıkları terlememiş, zayıflıktan kaburgaları sayılan mütevazi bir atlet olarak, futbol dışındaki tüm branşların ülkemizde nasıl üvey evlat kabul edildiğini yaşayarak gördüm…

O yıllarda koçluğumuzu yapan başarılı atletizm antrenörü İhsan Özden’in bizi spordan kopmamamız için nasıl motive ettiğini hatırlıyorum da, bugün kariyerinin zirvesinde olmasının kesinlikle tesadüfi olmadığını düşünüyorum…

Coğrafi ve fiziki koşulların yanı sıra finans desteği olmadığı için Zonguldakspor adına lisanslı olarak sürdürdüğüm atletizm yaşamım, Mehmet Çelikel Lisesi’yle gittiğimiz Türkiye bölge şampiyonası 3’üncülüğünü kazandığımız gün, takım kaptanı olduğum için engelli atlama havuzuna atıldığımda bitti…

O tarihte antrenörümüz İhsan Özden’le düzenlediğimiz atletizm seçmelerine kimsenin katılmayacağını bildiğimiz için okulda “Ödüllü atletizm yarışması” duyurusu yaptık…

Ödülü duyan seçmelere geldi…

Çoğu dili dışarıda finiş çizgisi geçti ama biri var ki kısa sürede Balkan Şampiyonası’nda birincilik kürsüsüne çıkacaktı…

O isim Ahmet Süngerişlioğlu idi…

Yıllar içinde o da kaybolup gitti.

Defalarca milli olan Ahmet, Fenerbahçe’deki kariyerinin ardından yanlış hatırlamıyorsam spor akademisini kazanınca sporu bıraktı…

Halbuki, devlet okullarda her öğrenciye en az bir branşta lisanslı spor yapmasını zorunlu kılsa, bunun uluslar arası platformdaki yansıması çok farlı olurdu…

Bunca şeyi niye anlattığıma gelince…

Gazetelerde bayram tatili nedeniyle haber kaynadı gitti…

Şehrimizi temsil eden, benim de koçluğumu yapan İhsan Özden’in sporcusu Emel Dereli, Amerika’da yapılan Dünya Gençler Türkiye Şampiyonası’nda 16.55’lik derecesiyle Dünya üçüncüsü oldu…

Dünya şampiyonası tarihinde malya kazanan 5’inci Türk atlet olarak tarihe adını yazdıran Emel’in kazandığı büyük başarı maalesef şehirde hak ettiği değeri görmedi…

Olimpiyatlarda neden başarısız olduğumuzu açıklayan en güzel örnek Emel Dereli’nin hikayesi…

Futbol dışında spora ve sporcuya destek vermeyen, doğru dürüst bir spor politikası dahi olmayan bir ülkenin futbolla yatıp futbolla kalkan milletiyiz biz…

Hatta futbol topu uğruna en yakın arkadaşımızla kavga edecek, dostluklarını takımların renklerine göre kuran, birbirine bıçak çekip öldürecek kadar ileri giden bir spor kültürünün hakim olduğu bir ülkede, tenisin estetiğini, buz pateninin seyir keyfini, atletizmin mücadele hırsını, yüzmedeki rekabetin  anlaşılmasını beklemek hayalcilikte olsa…

Bravo İhsan Özden…

Alkışlar Emel Dereli…

Türkiye sizinle gurur duyuyor mu bilmiyorum ama ben ikinizi de yürekten tebrik ediyorum…