Din, bir inanma, inanç işidir ve  kişi ile Tanrı arasındadır. Çok tanrılı dinlerden tek tanrılı dinlere gelinceye, daha sonra kitaplı dinlere varıncaya değin bu böyle. İnsanoğlu göğe, güneşe, aya, yıldızlara, güçlü gördüğü yaratıklara, medet umduğu, umutlar yüklediği şekillere(putlara) çağlar boyu tapınmış. Tanrı düşüncesine dayalı toplumsal bir olgu olan din, insanların doğaüstü güçlere, kutsal saydıkları türlü varlıklara, tanrılara ya da tek Tanrı’ya inanma, tapınması ile oluşur. Özellikle kitaplı dinlerden sonra her din;  inanılan, tapınılan Tanrı tarafından görevlendirilen  veya Tanrı’nın elçisi olduğuna inanılan peygamber  kanalıyla insanlara iletilen tanrısal yasalar bütünü olarak algılanır. Her dinin kurucusu olan Tanrı,  din yoluyla insanları, doğru ve yaralı davranışlara yöneltir. Her din, insanların iyiliği, mutluluğu için gelir, onlara yaşanılan dünya ve gidilecek öbür dünyada özenilen bir şekilde yaşamayı vaadeder.              

        Bu anlamda İslam dini de sadece Arap toplumunu değil, bütün dünya insanlığını aydınlatmayı, onlara doğru yolu göstermeyi, insanları mutlu etmeyi amaçlayan bir dindir.    İslam dininin kuralları, bu dinin Allah tarafından seçilen peygamberi Muhammed Mustafa’ya vahiy yoluyla bildirilen ayetlerden oluşur. İslam dininin kutsal kitabı Kur’an-ı Kerim de  bu dinin en önemli tek kaynağıdır.  İkinci kaynak ise Hz. Muhammed’in çeşitli konulardaki aydınlatıcı, yol gösterici “söz”leri  olan “Hadis”lerdir.  İslam dininin kutsal kitabına özel ad olanKur'an” sözü, Arap dilinde “karae” mastarından türeme bir isim olup, “okumak, toplamak, bir araya getirmek” anlamına gelir. “Kerim” sözcüğü ise, Arapça’da  “iyilik sahibi, cömert, verimkâr, ulu, büyük, yardım ve iyilikleri çok olan” anlamlarına geliyor.

        "Din" sözcüğü; Arapça "d-y-n" kökünden türeyen bir isimdir. Arap dilinde geniş bir anlamı vardır. Terim olarak "din" sözcüğü ; insanları  kendi istek ve dilekleri ile  iyiliklere,  güzelliklere  yönelten,  tanrısal bir düzen  ile insanları en yüce kata ulaştıracak olan ve Tanrı tarafından konulduğu belirtilen kurallar bütünüdür. Tanrı, dinin kurallarını, genellikle indirilen son dört kitabın (Tevrat, Zebur, İncil, Kur’an) peygamberinde görüldüğü gibi belirlediği elçileri yoluyla insanlara ulaştırır. 

        “Ben dinimi öğrenmek istiyorum” diyen erişkin kişi de,  kendi anadilinde yazılmış, “Türkçe bir Kur’anı Kerim” kitabı alır, okur, öğrenir. Ayrıca “Dini, Kur’anı, herkes öyle kolay anlayamaz” şeklindeki bilgiçliği ise kabul etmek olanaklı değildir.  Tanrı bunu diyenlere verdiği aklı, başkalarına da vermiştir. Dolayısıyle Türk yurttaşlarının,  Arapça yazılmış olan  İslam dininin kitabını, kendi anadili Türkçe ile okumak, anlamak, yazmak, konuşmak hakkı vardır.

        Hiç kimsenin dinine, inancına karışmak haddimiz değildir. Asla öyle bir düşüncemiz, derdimiz yoktur. İnanç sadece kişiyi ilgilendirir, başkalarının söz söyleme hakkı olamaz.  Kimse de konumu, durumu, eğitimi, kariyeri ne olursa olsun, başkalarının dinine diyanetine karışma hakkını kendinde görmemelidir. Öyle bir hak da yoktur zaten. Hiç kimse kendisini “Allah’ın Müfettişi” yerine koymağa kalkmamalıdır. Böyle bir durum, kimsenin de haddine  değildir. Ayrıca inanıldığı gibi Allah, kendi  uyarısını da cezasını kendi verebilir, bu riyakâr kişiliklere  ihtiyacı yoktur.

        *****

        Bizler Türk soyundan gelen kendine özgü “Türkçe” adlı dili olan bir toplumuz. Halkımızın çok büyük  çoğunluğu Türkçe konuşup, yazmakta,  anlaşmakta, anlamaktadır. İçimizde Batı ve Doğu kaynaklı çeşitli yabancı dilleri bilen, konuşan, yazan kişiler de azımsanmıyacak  sayıdadır.

Ancak son yıllarda Kur’an-ı Kerim yani İslam dini öğrenimini, Arapça öğrenmekle eş tutmaya başladık neredeyse. Bu nedenle daha “Okul Öncesi Eğitim” sürecindeki  4-6 yaş grubu çocuklarına bile “İslam dini öğretiyoruz” gerekçesiyle, Arapça öğretmeye başladık.  Oysa öğrencilerimiz ilkokul ilk sınıflarından başlayarak Lise son sınıfa kadar Din ve Ahlak Bilgisi dersi görüyorlar. Gereken dini bilgiler görüldüğü gibi daha üst sıflarda verildiğine göre, “hayatı yeni öğrenmeğe başlayan”  daha Anaokulu düzeyindeki  çocuklarımıza bu İslam dini ve Arapça dayatması ne anlam taşıyabilir?

Bu yaştaki çocuklar “anne sütü” gibi “aziz ve güzel” olan anadilimiz “Türkçemiz”i öncelikle  öğrenmelidirler. Bu okulların diğer önemli işlevleri yanında,  onlar kadar önemli olan bir konu da çocuklarımıza kendi anadillerini doğru biçimde öğretmek olmalıdır. Bunun için de “pedagojik” formasyonu olan, bitirdiği okullar itibariyle “eğitimci” niteliği kazanmış gerçek öğretmenlere ihtiyaç vardır. Bu nedenle  “Okul Öncesi Eğitim” kurumlarını bir an önce “Sıbyan Mektebi” anlayışından kurtararak gerçek işlevini kazandırmalıyız.

*****

Üzülerek belirtmeliyiz ki, son yıllarda devlet memurları dahil, çok çeşitli kesimlerden insanlarımızı “iktidara yamanmak, iktidara yaslanmak, iktidar nimetlerinden yararlanmak, iktidardan destek görebilmek vbgibi” insani zaafiyetler, hastalıklar içinde görebiliyoruz. Kendi bulundukları birimleri de bu  anlayışla yönetmeğe, asli görevlerini de bu tutumla yürütmeğe çalışıyorlar.Sanki “laik, demokratik bir cumhuriyet”in değil, İslam dini temelli bir devletinin memurluğunu, yurttaşlığını yapıyorlar..

Geçmişte değerli başbakanlarımızdan Bülent Ecevit, bir seçim yenilgisinden sonra “iktidarı bırakacağını” açıklamıştı. Ben de bir okul işi nedeniyle büyük bir kamu kurumundaki arkadaşa uğramıştım. Orada bulunanlarda  gördüm ki ateş bacayı sarmış durumda. Ecevit  döneminde küçücek-büyücek bir makam sahibi olan bu kişiler CHP’ye de politikacılarına da yoğun eleştiri ve saldırı içindeler. Bir tanesi de TÖBDER’e de sataşmağa başlayınca, ayağa kalktım. Onlara; “Sizin Töbder’i ağzınıza alma, eleştirme hakkınız yoktur. Derdiniz memleket meselesi değil, altınızdaki koltuklar sallanmağa başladı, derdiniz odur.” dedim ve oradan ayrıldım.

Kısaca anlattığım bu olayın üzerinden 37 yıl geçti. Makamlarını yitiren o insanlarla yolda izde karşılaştık kimi zaman. Herkes öğrendi ki kalıcı olan devlettir, geçici olan iktidarlardır.  Bu nedenle günümüzün  insanlarına  hatırlatalım ki; geçici olan iktidarların değil, laik, demokratik sosyal bir hukuk devleti olan Türkiye Cumhuriyeti’nin yanında olunuz. Kalıcı olan, sonsuza değin kalacak olan odur.