Hep yazılarımızda söz ediyorum, Kuran Allah’ın sözüdür. Kuran dışı hiçbir kaynakla da açıklanamaz. Onu anlayabilmek için birçoğunun uyduruk olduğu defalarca kanıtlanmış olan hadislere gerek yoktur. İşin kötüsü en sahih olduğu söylenen hadisler bile kendi içinde pek çok çelişkiyle doludur. Tebyin-ül Kur'an adlı 11 ciltlik eser, Kuran'ın doğru anlaşılmasını, çelişkilerin ortadan kalkmasını ve ayrıntılı bir biçimde bilgi edinilmesini sağlıyor. İnanan, inanmayan herkesin neye inanıp neye inanmadığını ayrıntılı bir şekilde bilmesi için bu eseri önemli buluyorum. Bundan sonraki yazılarım bu ciltlerden alıntılar şeklinde olacak. Yaşadığımız hayatın bütününde olduğu gibi dini konularda da doğru bildiğimiz birçok yanlış bulunuyor. Bunlardan bir tanesi de Kuran’da geçen “melek” kavramıdır. Bu “melek”kavramını Tebyin-ül Kuran adlı eserden okuyalım.
 
Allah, gökleri ve yeri yaratıp, insanoğlunun emrine vermeye hazır hale getirdikten sonra evrenle/meleküt ile (meleklerle),daha henüz var etmediği insanı tanıtmak için temsili bir söyleşi yapar. “Ve bir zaman Rabbin, Meleklere (doğadaki güçlere/melükata)  ‘Şüphesiz Ben, yeryüzünde kendim için bir halife var edeceğim” deyince Melekler  (Doğadaki güçler/melüküta) ‘Yeryüzünde bozgunculuk yapacak, kan dökecek birisini mi var edeceksin. Hâlbuki biz, seni överek yüceltiyor ve sürekli kutsuyoruz’ dediler. Allah, meleklere (güçlere /melüküta)  ‘Sizin bilmediklerinizi ben bilirim’ dedi”(Bakara,30)  Allah’ın temsili olarak söyleştiği melekler bizim bildiğimiz elçi melekler değil, insanın emrine amade edilen yer ve göklerdeki yaratılan tüm varlıklardır. Bu konu daha iyi anlaşılması için Allah’ın, İbrahim’in bilinçlenmesi amacıyla onun evrende ki varlıkları incelemesini istediği ayetleri okuyalım.
 
“Ve Biz, kanıt elde etmesi ve kesin inananlardan olması için İbrâhîm'e göklerin ve yerin Melekütününü /meleklerini incelemesini önerdik. Bu nedenle İbrâhîm, üzerine gece bastırınca, bir yıldız gördü, ‘Bu, benim rabbimdir’ dedi. Sonra yıldız batınca, ‘Ben batanları sevmem’ dedi. Sonra ay'ı doğarken görünce de, ‘Bu, benim rabbimdir’ dedi. O da batınca, ‘And olsun ki Rabbim bana doğru yolu göstermeseydi, kesinlikle ben sapkınlar toplumundan olurum’ dedi. Sonra güneşi doğarken görünce de, ‘Bu benim rabbimdir, bu daha büyük!’ dedi. Sonra o da batınca, ‘Ey toplumum! Şüphesiz ben sizin ortak koştuğunuz şeylerden uzağım’ dedi.” (Enam, 75-78)  Ayetlerde anlaşıldığı gibi Allah, evrendeki varlıklara da meleküt” diyor. Ayetler de geçen “meleküt” kelimesinin çoğulu olan “melekler” anlamına gelmektedir.  Ve ayetlerde yıldız, ay, güneş zikredilmekte ve bunların “melek” olarak vasıflandırdığı açıkça anlaşılmaktadır. Ancak burada melek kavranın anlatılırken “melek” kavramının klasik “melek” anlayışında değildir. İyi de “melek” ne anlam gelmektedir.
 
ARAPÇA BİR SÖZÇÜK OLAN MELEK NE ANLAM GELMEKTEDİR.
Kuran da sıkça kullanılan “melek” sözcüğü Arapça bir kelimedir. Dini doğru yaşayabilmek için önce Arapça sözcükleri doğru anlaşılması gerekmektedir. “Melek" sözcüğünü iyi tahlil ederek anlamamız gerekmektedir. Arap dil bilimi uzmanları “melek” sözcüğünün kökeni ile altı tane farklı tespitte bulunurlar. Bu tespitlerin izahı, sayfalarca açıklamalar da bulunmaktadırlar. Ancak bunların en isabetlisi olan iki tespiti anlatacağız. Birincisi, Melaike ve bunun tekili olan melek sözcükleri  “ülük” kökünden türemiştir. Bu sözcük Allahtan “elçi göndermek” olarak, melek şeklinde kullanılmaktadır. İkincisi Kuvvet/yönetim gücü anlamında ki “melk” kökünden türemiştir. Mülk, milk, malik, ve melik  sözcükleri  bu kökten türemedir. Anlamları da bu kök anlamınadır. Bunların ne anlamda kullanıldıkları pasaj içerisindeki söz akışından kolayca ayırt edebiliriz. “Ben yer yüzünde kendim için halife var edeceğim” deyince, melekler “Yer yüzünde bozgunculuk yapacak, kan akıtacak birini mi var edeceksin” dediler,  ayetinde geçen  “melaike” sözcüğü “melk” kökünden türemedir ve anlamı “güçler” demektir.  “Melek” kelimesinin “Kuvvet, yönetim gücü, elçi haber verici” anlamlarına geldiğini; terim olarak da Allah’ın bütün emirlerine uyan, boyun eğen, O’na hiç isyan etmeyen varlıkları ifade etmektedir. Ayrıca Kuran’da “Melek” sözcüğünün değişik şeyler için kullanıldığı, insanın yararına çalışmakta görevlendirilmiş farklı zihinsel fonksiyonları olan iradesiz canlıların ve doğal güçlerin “melek” olarak vasıflandığı değişik ayetlerde görülür.
 
“Yeryüzünde bozgunculuk yapacak, kan akıtacak birini mi var edeceksin?” şeklinde konuşturulan melekleri, halk kültürüne yerleşmiş şekli ile sürekli namaz da niyaz da olan melekler olarak değil; evrendeki güneş, ay, yıldızlar, yağmur, bulut, rüzgâr, soğuk, sıcak, ağaç, nebat v.s. gibi insan dışındaki doğada mevcut yönetim güçleri olarak anlamamız gerekir.  Çünkü bu sayılanların hepsi, Allah’ın kendisi için yarattığı “halife”ye (insana) boyun eğmişlerdir (secde etmişlerdir)  halen de etmektedirler ve bu secde edişleri kıyamete kadarda boyun eğmeye (secde etmeye)devam edeceklerdir. Ancak unutulmamalıdır ki buradaki söyleşi tamamen temsilidir. Nasıl ki Yüce tanrı, daha hiçbir şeyi yaratmadan daha ortada “evren” dediğimiz varlık yokken, şimdi üzerinde yaşadığımız ve bir türlü bölüşemediğimiz bunun için ne kanlar akıttığımız şu yeryüzü küresi bile daha yokken içinde yerin, göklerin ilk belirtilerinin kaynaştığı duman/gaz benzeri bulutsuya da temsili bir buyruk vermişti.
“Sonra duman/gaz halindeki göğe yönelerek, göğe ve yere, isteyerek veya istemeyerek gelin” dedi. Onlar da (gök ve yer) “İsteyerek geldik” dediler. (Fussilet, 10-19)
 
Yüce tanrı, daha yeryüzünü ve içindeki varlıkları yaratmadan önce, bu gaz halindeki bulutsuyla, tıpkı, insanı yaratmadan önce yaptığı temsili söyleşi gibi söyleşi yapmıştır. Yine önemle belirtelim ki bu temsili anlatım tarzı, evrenin ve insanın var oluş aşamaları hakkında bilgi sahibi olmamızı ve iyice anlayabilmemizi sağlamaya yöneliktir. Allah buradaki gaz benzeri bulutsuya da insanoğlunun dilleriyle yanıt vermiş değildir. Bu temsili anlatım, bu gün bizim bildiğimiz dillerden hiç biriyle değildir. Yani bugün bizim bildiğimiz anlamda bir dil değildir. Yüce Allah, bütün varlıkları konuşturabilir “Her şeyi konuşturan Allah, bizi de konuşturdu.” (Fussilet, 21) Yüce Allah uzuvlarımızı öte dünyada, hesap vereceğimiz gün de konuşturacağı gibi bütün varlıkları, cisimleri bizim bildiğimiz, bilemeyeceğimiz her şeyi yaratır ve konuşturur. Allah için iletişimde hiçbir engel yoktur. Allah olayı bir tiyatro sahnesi gibi canlandırarak anlatması, Allah adına hareket edecek ve O’nun yarattığı evrene hükmedecek halefin/halifenin ilk var oluş aşamalarını sürekli canlı tutarak her çağın insanına olayı, sanki ilk oluştaki gibi yaşatmaktadır.
 
KURAN’IN MUCİZELERİ
 
İNSAN RASTGELE YARATILMAMIŞTIR
Müminun Suresi 12.ayette dendiği gibi insan bir “özden” yaratılmıştır. Allah, topraktaki, elementleri çok ince bir şekilde ayarlayarak insanı yaratmıştır. İnsan, vücudun da gerekli her element belli değer aralıklarda var olabilmektedir. Bu değer aralıklardan sapmalar olduğunda hastalıklar, ölümler ortaya çıkabilir. Vücutta baştan bu maddeler dengeli bir şekilde dağıtıldıkları gibi, vücut sonradan bu maddeleri dengeli bir şekilde kullanacak, fazlalıkları dışarı atacak biçimde yaratılmıştır. İnsan vücudunda yaklaşık 2 kg kalsiyum vardır. Eğer bu kalsiyum azalırsa bir elmayı ısırmamız dişlerimizin parçalanmasıyla sonuçlanabilir. Vücudumuzun 120 gr kadar potasyuma ihtiyacı vardır. Bu maddenin eksikliği kas ağrıları, kramplar, yorgunluk, Bağırsak rahatsızlıkları, kalp çarpıntısı olarak kendini gösterir. Çinkoya olan ihtiyacımız ise sadece 2-3 gr kadardır. Bu düşük miktarın eksikliği hafıza kaybı, cinsel yetersizlik, hareket gücünün azalması, koku ve tat alma duyusunun zayıflamasıyla kendini gösterir.100 mikrogramlık selenyumun eksikliği kas zayıflığı, kalp ve damardaki esneme kabiliyetini bozulmasıyla kendini gösterir.
 
Tüm bu veriler, bize Allah’ın insanı topraktan rastgele yaratmadığını, aynı ayette gibi; toprağın içindeki elementleri belli ölçüyle belirleyerek insanı toprağın belli bir özünden yarattığını göstermektedir. Görüldüğü gibi Kuranda hiçbir kelime boşu boşuna geçmemektedir. İnsan vücudundaki bu elementlerin incelikle ayarlanması Allah’ın mükemmel tasarımını gözler önüne sermektedir. Secde Suresinde Allah’ın güzel yaratışına dikkat çekilmektedir. Gerçekten de çamur gibi basit görünümlü bir ham maddeden insan gibi bir eseri bir eserin yaratılması Allah’ın delillerindendir. Nitekim Rum Suresi’nin 20. ayeti topraktan yaratılışın Allah’ın delillerinden biri olduğunu vurgulamaktadır.” (KURAN ARAŞTIRILMALARI GRUBU)
 
BİYOGRAFİ

Farabi (Farsça: Abū Nasr Muhammad al-Fārāb; Batı′da bilinen adıyla Alpharabiu.Fārābi14 Aralık 950 ile 12 Ocak 951 arası Şam) 8. ve 13. yüzyıllar arasındaki İslam'ın Altın Çağı'nda yaşamış ünlü filozof ve bilim adamı. Aynı zamanda gökbilimcimantıkçı ve müzisyendir. Farabi, El-Kindi'nin kurucusu olduğu kabul edilen ve İslam felsefesi içinde rasyonel/Aristocu eğilimi ifade eden Meşşaîlik akımının ikinci kurucusudur. Pek çok takipçisi olduğu için bazı felsefe tarihçilerine göre bir Farabi okulundan söz edilebilir. Yahudi filozof Maymonides etkilendiği felsefeciler içinde en büyük övgüyü ona yapar: "Mantık hakkındaki eserlere gelince, sadece Ebu Nase el-Farabi'nin eserlerinin çalışılması yeterlidir. Onun tüm eserleri kusursuz ve mükemmeldir. O eserler incelenmeli ve anlaşılmalıdır. Çünkü o büyük bir adamdır." Batı'da Farabi'nin eserleri İbn-i Sina ve İbn-i Rüşd'ün eserlerinden daha az tercüme edilmişse de, Farabi'nin eserleri Aristo düşüncesinin yeniden anlaşılmasında merkezi bir öneme sahip olmuş, arkadan gelen felsefi zenginliğe ilk açılımı yapmıştır. İbn-i Rüşd ve Endülüslü filozoflar Farabi'yi mantık, psikoloji ve siyaset konularında önemli bir otorite olarak görürler.