Ev hapsinde olduğumuz şu günlerde, aklıma birden ''Anne Frank'ın Hatıra Defteri'' geldi. Şimdi ne alaka diyeceksiniz.. Ne alaka olduğunu anlatmadan önce size,  Anne Frank'ın kim olduğunu ve yaşadığı dramı anlatmalıyım.
   ODTÜ'de öğrenci olduğum yıllarda, İngilizce hazırlık sınıfında bize ''The Diary of Anne Frank'' (Türkçesi ile ''Anne Frank'ın Hatıra Defteri'') isimli bir kitap okutuldu. Bu kitap aslında Anne Frank isimli, daha 13-14 yaşlarındaki bir kızın iki yıl süreyle tuttuğu bir günlükten ibaretti. Ama herkes gibi beni de çok derinden etkilemişti.
   Şimdi gelin Anne Frank'ın kısacık ve son derece trajik yaşamına bir göz atalım.
   Anne Frank 12 Haziran 1929'da Almanya'nın Frankfurt şehrinde, bir Yahudi ailesinin kızı olarak dünyaya geldi. Bir tüccar olan babası Otto Frank, 1933 yılında,  Nazilerin Yahudilere baskısından kaçarak ailesiyle birlikte Amsterdam'a göç etti.
   Ancak bir süre sonra Adolf Hitler Hollanda'yı da işgal etti ve oradaki Yahudilere de Almanyadakiler gibi zulmetmeye başladı. 1942 yılına gelindiğinde; Naziler toplama kamplarına gönderilmek üzere buradaki Yahudileri de tutuklamaya başladılar. Sıranın kendilerine geldiğini gören Otto Frank, iki kızıyla beraber dört kişilik  ailesini bürosunun çatı katındaki gizli bölmeye yerleştirerek sakladı.
   Burada iki sene yaşadılar. Bu sürede ailenin dış dünya ile bağlantısını ve yaşamsal ihtiyaçlarının Otto'nun sekreteri Miep Gies sağladı.
   Fakat Ağustos 1944'de, birilerinin Nazilere ihbarı sonucu, Frank ailesi saklandıkları yerde bir baskınla yakalandı. Ailenin her bir üyesi  ayrı bir toplama kampına gönderildi.
   Bergen-Belsen toplama kampına gönderilen Anne Frank burada çok acılar çekmiş ve çok zayıf düşmüştü. Adeta bir deri bir kemik kalmıştı. Üstelik tifüse de yakalanmıştı. Bu şartlara daha fazla dayanamayan Anne Frank, Şubat 1945'te, 2. Dünya Savaşı'nın bitmesine iki ay kala hayata veda etti! Öldüğünde daha 15 yaşını yeni bitirmişti.
   Savaş bittiği zaman aileden bir tek baba Otto sağ kalabilmişti. O da son anda Ruslar'ın kamptan kurtarması sayesinde olmuştu.
   Anne Frank 12 Haziran 1942 ile Ağustos 1944 arasında günlük tutmuştur. Ölümünden sonra, aile dostları bu günlüğü Anne'ın çok sevdiği babası Otto''ya ulaştırdılar. Baba Otto, dostlarının da önerisi ile günlüğü kitap haline getirdi. ''Anne Frank'ın Hatıra Defteri'' adıyla 1947'de yayınlanan bu kitap, o günden bu yana dünyanın en çok okunan eserlerinden biri olmuştur. 67 dile çevrilerek 30 milyonun üzerinde basılmıştır.
   Bu arada kendi notumu da söylemek istiyorum: Bu kitap yayınlandıktan sonra; Anne Frank, Almanların yaptığı Yahudi soykırımının simge ismi olmuştur. Bana göre bu kitap, adeta dünyayı ayağa kaldırarak, Almanların geri adım atmasına ve soykırımı kabul etmesine neden olan en önemli etkendir.
   Anne Frank'ın bu kısa biyografisinden sonra; şimdi esas konumuz olan günlüğe gelelim.
   Aslında bu günlük daha 13-14 yaşlarında bir genç kızın gündelik yaşamını ve masum düşüncelerini yazdığı bir günlükten öte bir şeydir. Bu günlükte, bir kız çocuğunun ağzından, Nazi rejimi karşısında hayatta kalabilmek için insanın sadece bir tek şansının olduğu ve bunun nasıl değerlendirilebileceği incelikli bir şekilde anlatılmaktadır.
   İki yıl boyunca bir ofisin tavan arasında saklanan bu insanların hayatta kalabilmek için tek şansları ise varlıklarını saklamaktı.
   Bu hatıralar, aynı zamanda, her an Naziler tarafından yakalanma tehlikesi altında yaşayan bir grup insanın çektiği çilelerin yanı sıra, şartların acımasızlığına karşın yaşama gücünü yitirmeyen bir genç kızın hikayesidir.
   Sürekli kapalı ortamda saklanmak zorunda olmanın yarattığı psikolojik sorunların, depresyonların ve yalnızlığın bunalttığı genç kız, bu bunalımdan kurtulmak için tuttuğu günlüğü dertleşebileceği bir arkadaş gibi görmüş ve ona ''Kitty'' (kedicik) adını vermiştir. 
   15 yıllık kısacık hayatına sığdırılmış koca bir hayatın günlüğünü tutan, acının tarifini yaşayarak yapan genç kız, acıyı günlüğünün bir yerinde şöyle anlatıyordu: ''Böylesi zamanlarda yaşamak zordur. İçimizdeki idealler, hayaller ve umutlar yaşamın acımasız gerçekleri yüzünden paramparça olur. Hayatımı kaos, acı çekme ve ölüm üzerine kurmam mümkün değil. Dünyanın yavaş yavaş vahşete büründüğünü görüyorum; bir gün bizi de yok edecek olan fırtınanın sesini duyuyorum; milyonlarca insanın acı çektiğini hissediyorum.''
   Değerli okuyucular, bu trajik hikayeyi okudunuz. Şimdi tekrar en başa dönüyorum. ''Ev hapsinde olduğumuz şu günlerde aklıma birden Anne Frank'ın Hatıra Defteri geldi.'' demiştim. Sizin de ''Ne alaka?'' dediğinizi var sayarak; bu alakayı anlatmak istiyorum.
   Aslında siz bu alakayı anladınız.. Özellikle karantina nedeniyle ev hapsinde olan yaş gruplarındakilerin çok iyi anladıklarını düşünüyorum. Zaten benim buradaki muhatabım da onlar ve bu yazıyı bilhassa onlar için yazıyorum.
   Ve onları birer Anne Frank gibi görüyorum!
   Şu benzerliklere bakar mısınız? Bir kere Anne Frank'ın içinde bulunduğu şartlar ve yaşadığı sorunlar ile bizimkiler neredeyse aynı. Sadece düşmanlarımız farklı. Onun düşmanları Naziler idi bizimkiler korona virüsler! Her ikimiz de düşmanlarımızdan kapalı ortamlarda köşe bucak saklanıyoruz, çünkü düşman bizi yakalarsa ucunda ölüm var. Bu saklanmaların süresi de belli değil; onun gibi biz de endişe içinde bekliyoruz.
   Ama eğer bu iş uzarsa ve biz de onun gibi davranmazsak, sonumuz psikolojik rahatsızlıklar olacaktır. Özellikle, akut travma ve akut anksiyete (kaygı) ve bunların oluşturduğu davranış bozuklukları ile karşı karşıya kalabiliriz. Karantina süreci bittikten sonra bile, uzmanlar, travma sonrası stres bozukluklarının artacağını söylemektedirler.
   Tüm bu olumsuzlukları yaşamamak için, aynı şartlarda yaşamış Anne Frank'ı örnek almakta yarar var. Onun yaptıklarını, felsefesini, duygu ve düşüncelerini zaten okudunuz. O yüzden tekrara gerek yok. Sadece şunu biliniz: Bu küçük kız en kötü şartlarda bile hiçbir zaman umudunu kaybetmemiştir. Güçlü olabilmek ve umudunu kaybetmemek için kendisini oyalamayı bilmiştir. 
   Değerli okuyucular, son söz olarak ve özellikle karantina mahkumlarına diyorum ki; siz de Anne Frank gibi yapın. Sabırlı olun.. Kitap okumak gibi kendinizi oyalayacak bir şeyler bulun..Moralinizi asla bozmayın.. Gelecek güzel günleri düşünerek daima umutlu ve mutlu olun!