Muhammed Peygamber’e vahiy inmeye devam etmektedir.Peygamber bu vahiylerle nazari olarak eğitilip öğrenirken,Rab adına aralıksız tebliğ etmeye de devam ediyordu. Ancak, atalar dinini ve devam eden statüyü korumaya kararlı olan Mekke’nin yönetici kadrosu, Peygamber’in bu davetine şiddetle karşı çıkıyordu. Yapılan davettoplumun her kesiminde duyulmuş ve zamanla da zengin, fakir, efendi, köle, kadın-erkek ayrımı olmadan farklı kökendeki insanlar İslam’ı benimsemeye başlamıştı. Zamanla sayıları çoğalıyordu. Bunu gören yönetici kadro,çileden çıkarak inananlara karşı mücadeleye başladı. Onları eski atalar dinlerine döndürmek içinyaptıkları alay, hakaret, taciz etme gibi uygulamalarının üzerlerinde hiçbir etkisi olmadığını görünce, bu sefer de,özellikle köle,fakir, yoksul ve kimsesiz kişileri dövmek, günlerce aç susuz bırakmak, üzerlerine büyük taş parçaları koyarak kızgın kumlara yatırmak gibi akıllara durgunluk veren vahşi işkencelere başladı. Bu dayanılmaz işkencelerden Ammar, Bilal gibi bazıları kurtulurken,Yasir, ayaklarından develere bağlanmak suretiyle parçalanarak öldürülmüş, bu manzara karşısında isyan eden Yasir’in eşi Sümeyye de Ebucehil tarafından karnına mızrak saplanmak suretiyle katledilmişti. 
 
Böyle bir ortamda iken de Buruç Suresi indirilmişti. Süre, müminler için büyük bir destek ve teselli kaynağı olurken,müşrik yönetici kadroya daileri derece de tehditler yöneltilmektedir.“Kur’ân ayetlerini öğrenmiş iyi hesap bilenleri, ölüm anını, değişime, yıkıma uğratılan toplumların kalıntılarını ve bunları gözlemleyenleri kanıt gösteririm ki.(1-3)Rabbinin kıskıvrak yakalaması gerçekten çok şiddetlidir. Kesinlikle ilk yaratan, sonra öldürüp yeniden yaratan yalnızca O’dur.  Ve O, çok bağışlayandır, çok sevendir.  En büyük tahtın sahibidir, ikramı çok alandır.  Dilediğini en ileri derecede yapandır. O orduların Firavun ve Semûd’un haberi sana geldi mi? Elbetteki geldi! (12-18)Uhdud’un/şiddetli tutuşturulmuş ateşin ashabı öldürüldü:  Hani onlar, onun üzerine oturmuşlar. Ve inananlara yaptıklarına tanık idiler.  Müminleri cezalandırmalarının sebebi de, onların yalnız çok güçlü, övgüye lâyık, göklerin ve yerin hükümranlığı Kendisinin olan ve her şeye tanık olan Allah’a inanmalarından başka bir şey değildi. (1-3)Şüphesiz ki inanan erkek ve kadınları ateşlerde işkence edip sonra da tevbe etmeyenler için cehennem azabı vardır, yangın azabı da onlar içindir.Kesinlikle inanan ve düzeltmeye yönelik işler yapanlar için altından ırmaklar akan cennetler vardır. İşte bu, büyük kurtuluştur.”(10-11)Fakat  o kâfirler; Allah’ın ilâhlığını ve Rabliğini bilerek reddeden  o kimseler hâlâ bir yalanlama içindedirler. Oysa Allah onları arkalarından kuşatıcıdır. Aksine o, korunmuş levhada şerefli bir Kuran’dır.(19-22)
 
SUREDE GEÇEN ASHAB-I UHDUD
Kuran’ın üslubundan, Mekke halkının, Firavun,Ad ve Semud’u bildikleri gibi Uhdud ashabını da bildiği, haberdar olduğu anlaşılmaktadır.Ashab-ı Uhdud’un kimler olduğu, ne zaman ve nerede yaşadıkları hakkında onlarca rivayetler vardır. Bu rivayetlerin her birinin de uzunca birer hikâyesi bulunuyor. Hangisinin doğru olduğu belli olmamakla birlikte, bu rivayetlere göre olay Yemen,Necran.İrak,Şam, Habeş,Mecusi veya Yahudi krallarından biri tarafından meydana getirilmiştir.Zaten Kuran’da bu olayı yer, zaman ve faillerinin kim olduğunu belirtmeden zikretmektedir.Kuran’ın anlatışına göre;Allah’a inanmayan kafir bir beldenin hükümdarı,Allah’a inananları dinlerinden çevirmek ve tekrar eski sapık  dinine döndürmek için uzun ve derin hendekler, kanallar(uhdud) kazdırarak içine büyük ateşler yaktırmış ve Allah’a inanmakta ısrar edenleri bu ateşin içine atmıştır.Sadece Allah’a inandıkları içincezalandırılan insanların maruz kaldıkları bu vahşet ise Allaha iman etmeyen zalimler tarafında seyredilmiştir.
 
KURAN İLE YAKINDAN İLGİLENEN KİŞİLERİN DİKKATİNE SUNUYORUM
 “Tebyin-ül Kuran adlı eserin yazarı, suredeki konu bütünlüğü hakkında şu önemli açıklamayı yapmaktadır: “Herkesin bildiği ve kabul ettiği gibi surenin ilk üç ayeti kasem/yemindir.Ancak bu üç ayetin neyin kasemi/kanıtı olduğu 12.ayete kadar anlaşılamamaktadır.Çünkü kaseme cevap olan cümle ancak 12. ayette karşımıza çıkmaktadır.Bu durum Arapça dilbilgisi kurallarına aykırı olduğu gibi,surenin doğru anlaşılmasını da zorlaştırmaktadır.İlk üç ayetteki kasemin cevap cümlesinin 12. ayet olması gerektiği yönündeki görüşümüzü dayandırdığımız esas nokta Arapçadaki dilbilgisi kurallarıdır. “Yazar” bu kuralları Kalem Suresi’nde  “Kasem cümlesi” başlığı altında anlattığını vurgulamaktadır.
Surenin 1-3.ayetlerinde kasem “Burçlar sahibisema, vaat edilmiş gün, tanık ve tanıklık edilen” olmak üzere üç şey, 12. ayette ileri sürülen, “Allah’ın kıskıvrak yakalayacağı” şeklindeki ilahi tahdidin kanıtları durumundadır.Böylece Rabbimiz tarafından yapılan kasemler ile daha sonrayine onun tarafındanhaber verilen tehdit iki öğesiyle tam bir kasem cümlesi oluşturmaktadır.
 
Ne var ki, elimizdeki klasik Mushaf’a baktığımız zaman 1-3.ayetlerin oluşturduğu “Kasem bölümü” ile 12. ayetten oluşan “cevap” bölümünden ibaret olması gereken kasem cümlesinin içine 4-11.ayetlerin de girdiği görülmektedir. Bu bir cümlenin içine o cümlelerin kendi öğelerinden olmayan başka sözcüklerin de girmiş olması demektir. Bu aynı zamanda mesajın doğru anlaşılmasını zorlaştıran bir durumdur. Zira bir cümlenin içine başka bir cümleye ait herhangi bir sözcüğün, paragrafın pasajın girmesi halinde, her iki cümle de, cümle olmaktan çıkar,anlaşılmaz söz yığını olur.Ama görünen odur ki, sureler düzenlenirken ya da Mushaf tertip edilirken bu kural sahabe tarafından maalesef dikkate alınmamıştır. Benzer örneklerini ileride Kaf,Naziat ve Sad sürelerinde de göreceğimiz bu uygulamaların Allah ve Peygamberimiz tarafından yapılmış olması mümkün değildir. Olsa olsa sahabe tarafından Mushaf’ın tertibi sırasında yapılan bir dikkatsizlikle ilgilidir.