Var olduğumuzdan beri baş edemediğimiz, kandığımız, inandığımız, yenik düştüğümüz, kaybettiğimiz. Peki hiç bir kazanımı yok mu bunun?
Çok çeşitliliği var günümüzde de ben kadın erkek üzerinden gitmek isterim. Duyguların adlandırılması nasıl gerekliyse, örneğin, kızgınlığımızı öfkemizle karışık aktarıyorsak karşıya, şaşkınlığımız sözlerimize olduğu kadar mimiklerimize de yansıyorsa, sevgi hissimizi de güzel sözlerle ve belki de sıcacık bir sarılmayla aktarırız muhatabına öyle değil mi?
Peki, adına aşk denen o duygunun açılımı, onun aktarımı nasıl olmalıdır. Oda bir nevi, kısa süreli Nisan yağmurları gibi gelip geçicimidir. Aşk’ı tam manasıyla kim tanımlayabilir, ya da kim âşık olduğunu söyleyen birinin, ruh sağlığının yerinde olduğuna inanabilir. Biraz ilerimi gittim dersiniz, ruh sağlığı falan… Sanmıyorum…. İkili ilişkilerin sadece günümüzde değil, aşk var olduğundan beri çabuk yıpranan, eskiyen ilişkiler olduğunu biliyoruz artık.
Vazgeçilmez sandıklarımızdan kaşla göz arasında vazgeçiyoruz aslında, birini diğeriyle, diğerini öbürüyle aldatıyor duruyoruz. Kendi aldanmışlığımıza kulaklarımızı sağır, gözlerimizi kör ediyoruz ama biz bal gibi aldatıyor, aldatılıyoruz.
Aşk,  çok değişken,  çok çelişkili bir duygu aslında.Çok şeye, çok çeşitliliğe sığıyor elbette ama kadın erkek arasında yaşanan aşkı tanımlıyoruz ya bugün, tanımlayabildiğimiz kadarıyla elbette. Aşk’ın kimyasının henüz çözümlenebildiğini düşünmüyorum, karşı cinse duyulan cinsel istek ve arzunun beynimize salgıladığı çapkınlığı diye düşünüyorum.  Kavuşamadığınızda aşk’ın manası büyüyor ya da biz büyütüyoruz. Eğer bu duygu sahiden de kusursuz bir duygu olsaydı, ölümüne seviyorum dediklerimizden vazgeçebilir miydik, daha ölmeden? Yerine koyabilir miydik yenilerini. Acısının geçtiğini  düşünerek,  yeniden acı çekmeye gönüllü olur muyduk?
Aslına bakarsanız bu duygunun bizim ulaşamayacağımız ( IQ)  ay küsü var, biz canlıları parmağında oynatan yegâne duygu belki de.
Bir kere kimseye ey vallahı yok. Boşluk bulmaya görsün, gelip başköşeye oturur. Aşk’ın Kalpte olduğunu sanırdık ya yıllardır, oda çürütüldü uzmanlar tarafından, beynimizin içinde sürdürür saltanatını, kumandamız elindedir her türlü. Biz o duyguyu şahane bir şey sanırız ama aslına bakarsanız en ağır cezadır biz canlılara.  Sürüm sürüm süründürür, istediğini yaptırır, takii beden tene doyuncaya kadar.  Nisan yağmurları gibi,   gelip geçinceye kadar.  Bunun en kötüsü sanırım yasak olanı, en zehirlisi, en  tahrik edici olanı yasak aşk. Sonra ergen olanı geliyor, davranış bozukluğu gösteren kararsızlık içinde gidip  gelen  en çok ergen aşklarda oluyor, ergen yaşlarda değil dikkatinizi çekerim.  Ama en vurucu olanı orta yaşa dokunanı, bir telaş içinde, geç kalınmış olmanın aceleciliğiyle teslim olunanı, buda en az diğerleri kadar tehlikeli.
Kim ne derse desin biz canlıları elinde bir kukla gibi oynatan, statü, konum, yaş gibi ölçüleri hiç de iplemeyen bu belaya bir bulaşan, bir bulaşmayan pişman. Birde bunun yüzsüzü var tabiî ki   her sıkıştığında üzerine başka bir kostüm giyeni var. Unutmadan birde bunun koleksiyoncusu var biriktirme meraklısı olanı var. En çok sevdiğini, yine bir diğer en çok sevdiğiyle aldatanı var. Hepsinden önemlisi bunun birde aklanmazı paklanmazı var.
Adına aşk denilen bu duyguya biz canlıların merakı var. Uğruna kaybettiğimiz onca şeyden sonra birde pişmanlığımız var. Şimdi bu aşk nasıl bu kadar yüzsüz olabiliyor, bizi parmağında nasıl oynatıyor  biraz da olsa anlayabildik mi? Sanmıyorum. Çünkü bunun en büyük özelliği anlaşılamaz olması. Ama bundan çok daha önemlisi güven var, güven duygusu var, ona hiç bulaşmıyorum bile, çünkü onun durumu aşktan daha vahim daha umutsuz.