İlk baskısı 1968’de yayınlanan “Çankaya” adlı kitabının önsözünde Falih Rıfkı Atay şu görüşlerini okuyucu ile paylaşır : “1946, hele 1950’den beri Atatürk devri, onun içinde şöyle böyle bulunmuş olanların, veya kendilerini olduklarından başka türlü sandırmak hevesine kapılanların elinde sömürülüp durmuştur. Yayınlanan hâtıraların çoğunda ölüler tanık, bir ağızla iki kulak  arasında, hiç kimsenin duymadığı fısıldaşmalar belge diye kullanılmaktadır. Tarihçi ise, gazete okuyucuları kadar kolay avlanmaz. Tarihçi, bu hâtıraların doğruları ile sahteleri ve zorlanmışları arasında yanılmaktan kendisini kurtarmasını bilir. “ der.

            Falih Rıfkı’ya göre 1968’e, oradan bu ikinci baskının yapıldığı 1980’e kadar da böyle  “fısıldaşmaları doğru belge” diye yutturarak, bunun için de ölüleri tanık(!) göstererek yürütülmüş bu işler..İnsanlar hep aldatılmış, kandırılmış..

                                                                                                *****

            Ahh!.. Falih Rıfkı, bu günleri de bir yaşasaydın kimbilir neler derdin. Bu TV denilen ekrandaki iki- üç kanal dışında bizlere tarih diye ne masallar(!)anlatılıyor bir bilsen. Açık açık Atatürk’ü yerme demiyeceğim, hakarete varan saldırılar yapılıyor ki TRT üst yöneticileri    “haddinizi bilin!” diyeceğine, neredeyse ödül verecek bunlara..

            Bir de “sosyal medya” var. Her gün İslam dinine ters, aile mahremiyetini hiçe sayan,  söylemler gırla gidiyor. Bir de bu doğrultudaki sarıklı sakallı adamların verdikleri fetvalar(!) “Yahu benim dinim bu mudur?” dedirtiyor insana..İstendiği gibi kafalar iyice karıştırılıyor..

            Özgürlüktü, adaletti, hukuktu, demokrasiydi, laiklikti, cumhuriyetti, sosyallikti…At dereye!..Varsa yoksa “Bay Cep Cep(!) şöyle demişti, Bay Hep Hep(!) böyle demişti.” masallarıyla 21.yüzyıl Türk insanını, 1500 yüzyıl geriye evirmeğe uğraşıyorlar..Dini hikayelerle uyduruk tarihlemelerle insanları yanıltıp, Laik, demokratik sosyal bir hukuk devleti olan Türkiye Cumhuriyetini yok ederek, yerine “başkanlık rejimi”ne dayalı bir İslam Cumhuriyeti oluşturmak. Bunun için de ilk saldırı elbette bu çağdaş devletin kurucusu Gazi Mustafa Kemal Atatürk’e yapılıyor.

                                                                                                *****

            9. Eylül.1922 günü Türk orduları düşman kuvvetlerini denize döker, kalanını teslim alarak, galip ve muzaffer olarak İzmir’ e girer. Anavatanımız düşmandan temizlenmiştir. Kendi yurdumuzda özgürlük ve bağımsızlığımızı kazanmışızdır. Bütün yurt büyük sevinç ve coşku içindedir. Anadolu’da yükselen bu coşku elbette Türkiye Büyük Millet Meclisi’ne de yansımıştır. Milletvekilleri de sevinç içindedir. Acaba hepsi öyle midir?

                                                                                                *****

                “İlk Meclis’ten kalma bir dostum, Muhiddin Baha , bana bir Ankara hikayesi anlattı. Onlar da sevinçten ne yapacaklarını bilmiyorlarmış. Mecliste bir aralık ellerini yıkamağa gitmiş. Asık suratlı bir milletvekili görmüş. Mustafa Kemal muhaliflerinden biri.

            -Yahu nedir bu halin? diye sormuş. Öteki dudaklarını  sıkarak:

            -Ne var sanki? Nasıl olsa İzmir’i bize vereceklerdi. Nesini büyultüp duruyorsunuz? diye çıkışmış da!.

            Sonra da:

             -Yunanlılar’dan kurtulduk. Bakalım Mustafa Kemal’den nasıl kurtulacağız? demiş.

            Evet, muhalifleri ve rakipleri sapsarı idiler. Ah! Bir kurşun, son Yunan kurşunu Mustafa Kemal’in göğsüne saplanamaz mıydı?

            Doğu böyledir, dostlarım. Doğu’da kin, kolayca hıyanete kadar götürür. O gün sapsarı kesilenler veya onların kinini güdenler, şimdi bile o günün hâtırasını söndürmeğe uğraşmakta değil midirler? Doğu kini, vicdanları sarsan bu kanser…Kanserlerin en habis soyu!..”.(Falih Rıfkı Atay-Çankaya- sayfa:314-315-Sena Matbaası-1980-İstanbul)

                                                                                                *****

                “İzmir’i bize nasıl olsa vereceklerdi”..İzmir’i işgal eden Yunanlılar İzmir’i bize “nasıl olsa” vereceklermiş!. Bu nasıl bir kafadır Allah aşkına!.. Mustafa Kemal adlı bir komutanımız olmasa Yunan ordusunu nasıl yenecektik, kovacaktık, denize dökecektik.. Nasıl ve hangi şartlarla verecekti Yunanlılar İzmir’i?..Bunlar bir de milletvekili o  Gazi Mecliste!

             “Yunanlılar’dan kurtulduk. Bakalım Mustafa Kemal’den nasıl kurtulacağız?”. Bütün ülkeyi, özelinde senin ananı-babanı, aileni kurtarmış olan Gazi Mustafa Kemal’den nasıl kurtulacağının hesabını, o büyük komutan daha henüz cepheden dönmeden yapmağa başlayacaksın.. Bu nasıl bir  kafa yapısıdır. Bu ne büyük bir düşmanlıktır Allah aşkına?..

                                                                                                *****

            Ne diyordu Falih Rıfkı Atay..“Doğu böyledir, dostlarım. Doğu’da kin, kolayca hıyanete kadar götürür. O gün sapsarı kesilenler veya onların kinini güdenler, şimdi bile o günün hâtırasını söndürmeğe uğraşmakta değil midirler? Doğu kini, vicdanları sarsan bu kanser…Kanserlerin en habis soyu!..”

            Anneleri-babaları gündüz ve gece TV programlarıyla, laik devletin güvencesinde olması gereken 4-6 yaşındaki çocuklarımızı daha okul öncesi  dönemden başlayarak kemirmeğe başlayan  bu habis kanserden, bütün ülkemizi, tüm insanlarımızı kurtarana kadar, iç ve dış mikroplardan temizleyinceye kadar mücadele etmeğe and olsun!.