Atatürk devrimlerinin halk tarafından benimsenmesi, özümsenmesi, toplumun bütün katlarına yaygınlaşması, yerleşmesi, kökleşmesi, tam anlamıyla gerçekleşemeden 1950’li yıllara geliniverdi. Arada bütün dünyayı kasıp kavuran, özellikle Avrupa’yı kan gölüne çeviren 2. Dünya Savaşını ve toplumlara yüklediği acı yıkımları da unutmamalıyız. Savaşa girmediği halde, sınırlarını ve insanlarını korumak için savaşa girecekmiş gibi hazırlık yapan Türkiye de çok büyük sıkıntılar çekmek zorunda kalmıştı.
Atatürk’ün ölümünün üzerinden henüz 12 yıl gibi kısa bir zaman sonra 1950 yılında iktidara gelenler, toplumun Batı ölçeklerine göre gelişip güçlenmesi doğrultusunda yapılanları, politik ihtiraslarla tek tek yıpratmaya başladılar. Sonraki süreçlerde de Atatürk adına ve Atatürk için yapılan her şey, en büyük zararı hem Atatürk’e hem de devrimlerine verdi. Bunun acısını ise toplumumuz çekti, çekiyor.
***
Ülkemizin sancısı, sadece askeri yönetimler yoluyla gelmiyor elbette. Sivil iktidarlar dönemlerinde de laik Cumhuriyet ve çağdaşlık karşıtı hareketler devlet organları içinde  yuvalanabilmişlerdi. Çeşitli gruplarca yaptırılan atamalarda yeterlilik, liyakat vb.gibi özellikler aranmadan sırf bizden olsun anlayışı, en çok o kurumlardaki iş ve çalışma düzenini zorlaştırdı. 
Günümüz Türkiyesi’nde dahili ve harici  bedhahlar tarafından desteklenen gerici güçlerce, çocukların okul eğitimi üzerinde, yeni hesaplar yapıldığı ortada. Yetişmekte olan kuşakları, sarık ve cübbe arasına sıkıştırmak en büyük amaçları. Yakınlarda okul müfredatlarına konulan “Değerler Eğitimi” derslerini vermek üzere Müftülerin atayacağı görevlilerin ders verecekleri de açıklandı.
Onca suçsuz-günahsız KHK’lı öğretmen göreve dönme umudu içindeyken, nice atanamamış öğretmen boşta beklerken, “formasyonu olmayan” kişilere öğrencilerimiz bırakılmalı mıdır? Bu tam anlamıyla bir “eğitim skandalı” değil midir? İlk ve ortaöğretim nereye çekilmek isteniyor?
Bu yaklaşım, Batılı tarzda yaşam biçiminin yerini,  herşeyi  birbirine karıştırarak   İslam tarzı yaşam biçimine dönüştürme çalışmalarının bir başka yöntemi olsa gerek. Zaten orta dereceli okullarımızın da İmam-Hatip okullarına dönüştürülmesi işlemlerinin sürdüğü de biliniyor. 
MEB Milli Eğitim Bakanlığı verilerine göre; 2012-2013 eğitim-öğretim yılında 1.099 (Bin doksan dokuz) olan İmam Hatip Ortaokulu sayısı, 2018 sonu itibarıyla 3.286'ya(Üçbin ikiyüz seksen altı) çıkmış ve öğrenci sayısı 723.108 (Yediyüz yirmiüç bin, yüz sekiz) olmuş. 2011-2012 eğitim-öğretim yılında 537 (Beşyüz otuzyedi)olan İmam Hatip Lisesi sayısı ise 2018 itibarıyla 1.605(Bin altıyüz beş) olmuş ve öğrenci sayısı 627.503'e(Altıyüz yirmiyedi bin beşyüz üç) ulaşmış.Milli Eğitim Bakanlığı, 2018-2019 eğitim ve öğretim yılında 1.607 İmam Hatip Lisesi bulunduğunu, bu liselerde 44.952 öğretmenin görev yaptığını açıklamış. (AA)
*** 
Şimdi bir de Anayasa hukukçusuProf.Dr. Kemal Gözler’in yaptığı  araştırma (Melih Aşık- 5.Kasım.2019 Face paylaşımı) sonuçlarına bakalım:
“Ülkemizde halen 82 hukuk fakültesi vardır. Buna karşılık İslami ilimler ve İlahiyat Fakültelerinin toplamı 98'dir. Ülkemizde 10 yıl önce 22 devlet Hukuk Fakültesi ve 24 devlet İlahiyat Fakültesi varken; Son 9 yılda Hukuk Fakültesi sayısı 24 yeni ile 46, buna karşılık İlahiyat Fakültesi sayısı 68 yeni ile 92’ye yükselmiş.
Geçen yıl Hukuk Fakültelerine 17.180 öğrenci, İlahiyat Fakültelerine ise 33.202 öğrenci kayıt yaptırmış. 2007 yılında Hukuk Fakültesine giren öğrenci sayısı, İlahiyat Fakültelerine giren öğrenci sayısından 4 kat fazla iken; 2018 yılında İlahiyat öğrencisi Hukuk’tan 2 kat fazlaymış. Hukuk fakültelerinde kız erkek dağılımı dengeli giderken, İlahiyat öğrencilerinin yüzde 70’i kız imiş.”
***
Aslında İmam-Hatip okullarımız, gerçekçi din adamı yetiştirerek, halkımıza dinimizi öğretme amacıyla açılmıştı. Ama bu amacından  koparılarak, Gazi Mustafa Kemal Atatürk’e, Atatürk devrim ve ilkelerine, laik Cumhuriyet’e, çağdaş yaşama biçimine karşı nesiller yetiştirme aracı haline dönüştürüldü. Kendi devletinin kurucusuna,  vatanının ve milletinin kurtarıcısına, tamamen karşı ve düşman insanlar yetiştirmeyi bile başardık, bu çağından kopuk kafaların yetiştirdiği nesillerle.. 
***
Büyük Önderimiz Atatürk’ün, Türk ulusunun düşünce ve görünüş (öz ve biçim) olarak değişmesi gerektiğini ifade eden şu sözlerini hatırlamanın tam sırası olmalı:
“..Efendiler, yaptığımız ve yapmakta olduğumuz devrimlerimizin gayesi Türkiye Cumhuriyeti halkını tamamen çağdaş ve bütün anlam ve görünüşüyle uygar bir toplum hâline getirmektir. Devrimimizin ana ilkesi budur..” (1925-Kastamonu konuşması) 
uygar bir toplum” haline gelebilmek için önce “laik bir yaşama düzeni” kurulması gerekir. Gerici, dinci çevreler ise çağdaş bir devleti bir türlü içlerine sindiremiyorlar. İstiyorlar ki Osmanlı’daki düzen devam etsin. O nedenle kafaları hala Ortaçağ’da, kendileri de burada sayılır. Sanıyorlar ki, “Hilafet ve Saltanatın kaldırılması” İslam dinine karşı yapılmış bir harekettir. Şunu belirtmekte yarar vardır; Laik Cumhuriyet düzeni kesin olarak teokratik yönetime karşıdır, ama asla dine karşı değildir. 
Gerici, dinci gruplar, Osmanlı yönetim biçimininin kaldırılmasını, yerine Cumhuriyet yönetiminin getirilmesini, İslam dinine ve kendilerine karşı bir haraket olarak anlıyorlar. Aslında öyle olmadığını bildikleri halde, baştan itibaren Atatürk’e ve devrimlerine karşı saldırgan bir tutum içindeler. Oysa Hristiyan gruplarda bu davranış görülmüyor. Çünkü onlar laik Cumhuriyet’in getirdiği yaşama düzeninin kendilerine ve dinlerine yaşama hakkı verdiğinin bilincindeler.
***
Ne demişti Atatürk:
“...Fakat şimdi şuna emin olmalısınız ki, bugün başına şapka giyen, sakalını bıyığını tıraş eden, smokin ve frakla cemiyet hayatında yer alanlarımızın çoğunun, kafalarının içindeki zihniyet hâlâ sarıklı ve sakallıdır…” (Anlatan:Tevfik Noyan) (Nükte ve Fıkralarla ATATÜRK-Yazan: Niyazi Ahmet Banoğlu-  (2.Baskı) Sayfa: 679-682- İnkılap ve Aka Kitabevi -1981 İstanbul)
Erkeklerimiz, Batılı beyler gibi giyiniyorlar, toplum içinde yer alıyorlar. Üstelik “marka giyiniyorlar” demek daha doğru. Siyasetin oyunu ise, kadınlarımız, kızlarımız üzerine oynanıyor. Aslında kadınlarımız üzerinden bütün toplumumuzun geleceği üzerine hesaplar yapılıyor. Karşı devrimci güçler, dinsel düşünceyi kullanarak, laik Cumhuriyeti yıkmak için planladıkları her şeyi zamana yayarak, sindire sindire uygulamaya sokuyorlar.
Arife tarif gerekir mi? Kimisinin sarığı, rahatça görüldüğü gibi başının üstünde, kimisinin de kafasının içinde. Sıkmabaş kadın örtüsü için de aynı şeyleri söylemek mümkün. Eskiden, yani daha 25-30 yıl önce böyle görüntüler, söylemler var mıydı bu ülkede? Anlaşılan o ki; Büyük Atatürk’ün uyarılarını, yol gösterici ışıklı sözlerini duymadığımız için, “Ilımlı İslam modeli” amaçlı  sivil bir karşı darbe sürecini yaşamaktayız.