Anneler kutsal, cennet ayaklarının altında, annenizi üzmeyin sakın, böyle öğrendik öyle değil mi?
Bunu herkesten duydum da bir gün bile rahmetli babamdan duymadım, çünkü annemi en çok o üzerdi. Konunun orası oldukça vahim onu belki ilerleyen zamanlarda cesaretimi toplarsam yazarım. Ben şimdi bir kız çocuğunun babasına olan korkulu aşkından söz etmek istiyorum ve bu babalar gününde bu sayfayı ona ayırmak istiyorum.
Uzun boylu ve çok erken yaşta ağarmış ak saçları vardı babamın. Türkiye taş kömürü kurumunda şefti yani bu coğrafyanın yolcularındandı.
Hayatı hep kendi penceresinden gördü ve o gördüklerinin doğruluğunda da yaşadı. Onun için hayat özgürlük demekti, üstelik bütün sorumluluklarına rağmen. Çok az zamanlarda evde kalırdı, gece hayatı iş yaşamından arta kalan zamanı dolduruyordu, yani boş vakti yoktu.
Bu konulara şiirlerimde zaman zaman değinirim ve hassasiyetim oldukça fazladır. Hani o sahnelerimdeki sunumlarımda gözyaşlarımı tutamadığım anlar var ya, ucu mutlaka BABA’ma bağlanan konuların eseridir. Sizlerle paylaşmaya başlama sebebim belki kulağa küpe olur düşüncesi.
Hep korktum babamdan ve hep çok sevdim, kokusunu hiç bilmiyorum çünkü hiç baba kız gibi kucaklaşmadık.
Hani o, saçımı okşamadı! Dizine oturmadım! Söylemlerini hiç dillendirmiyorum bile. Ben hiç baba kokusunu bilmedim, sadece burası yetiyor canımı çıkartmaya.
Çünkü artık bunu telafi edecek bir şansım yok, bir baba nasıl kokar bilmiyorum ben.
Her şeye rağmen, öfkesine, şiddetine rağmen, annemin aksine onu kutsadım, sanki cennet onun ayaklarının altında, babalar ne yaparsa doğrudur dedim. Her gün işkenceye varan acımasızlıkta dövse bile babam yapıyorsa doğrudur.
Doğru değilmiş elbette, bunu evlenip baba olan kocamı görünce anladım.
Olsun ne olmuşsa olmuş, dayak yesem de, korksam da, âşıktım babama. Alkole olan düşkünlüğü ve sınırını bilmemesiydi sanırım ona kendini kaybettiren.  Ayakta duramadığı zamanlarda, yıkılıp olduğu yerde sızdığı zamanlarda bile yanı başında olduğumu hatırlıyorum. Onun bana güç vermesi gerekirken ben ona var gücümle güç veriyordum. Oysa ben çocuktum, hala daha çocuğum! Uzun boyluydu ve lakabı da uzundu, çocukluğumda yani evlenip evden ayrılmadan önceki her anda nefesinin dibinde bir kurtarıcı gibi eşlik ediyordum ona. Beline bile yetişemiyor olmamın hiçbir önemi yoktu ki ben sahip çıktığımı düşünüyordum ya yetiyordu bana. Gocunmuyorum elbette yaralarım kanıyor işte zaman zaman.
Yine olsa hayatta yine yapardım aynı şeyleri, onu bütün şiddetine rağmen bütün acı sözlerine rağmen sevmekten hiç vazgeçmedim babamı. Yaşadığı sürece canımızı her gün yaksa da ben çabucak unuttum. Aksi halde o acılarla yaşanmazdı!
Yaşlandıkça birçok huyu değişse de şiddetinden hiçbir şey eksilmedi. Can çıkmayınca huy çıkmaz sözünün doğruluğunu ispat ediyordu. Huysuz bir adamdı ve asabi. Geçmişi bir kenara bırakıp en son dönemin acısıyla geçiyor günlerim. Onunda içinde yaşadığı belki çocukluğuna ait sorunları vardı kim bilir. Bir sebep arıyorum yine de, onu haklı olarak hatırlamak için.  Çok çaba sarf ediyorum ama nafile. Üç yıl önce hastalandı ve kanser teşhisi kondu. Onu ilk doktora götürdüğüm gün hastalığını öğrendiğimizde, birbirimizin yüzüne baktık ve konuşmadan neler olup bittiği konusunda anlaştık.
Doktorumuz üstüne basa basa anlamadınız galiba kanser diyorum demişti. Üstelik kemiklere sıçramış.
Anlamaz mıyız? Fakat öylesine zorlukların içinde savaş verdik ki o gün söylediğimi hatırlıyorum diş ağrısı gibi demiştim doktorumuza babamın dişi ağrıyor. 
 Hayatımın hiçbir döneminde yalan söylemedim ona ve oda bize. En büyük hatalarda bile doğruları söyledik karşılıklı. Bazılarına göre sivri dilli olduğum söylenmemesi gerekenleri pat diye söyleyiveriyor olmam belki de bu yüzdendir. Sonra tedavi süreci başladı, benim yanımda kaldığı zaman dilimi geçmişi telafi edebilmek için iyi bir fırsattı aslında. Çok çaba sarf ettiğimi düşünüyordum, oysa şimdi biraz daha diyorum, belki biraz daha yaklaşabilseydim, ben de baba kokusunu biliyor olurdum. Onu yanaklarından doya doya ‘sevgiyle’ öpebilmeyi ne çok isterdim.
Aylar süren tedavi sürecinde bir çocuk gibi olmuştu, ben olmadan adım atmıyordu. Yine bütün agresifliğiyle yapsa da yapacağını ben hasta olduğunu bildiğim için onu da görmezden geliyordum. Bütün çabalarıma rağmen ‘elimden geleni yaptığımı düşünmek istiyorum’ ne yazık ki daha ilk teşhiste anlaşılan vücuduna yayılmış olduğuydu. İşte bu yüzden bir yıl dayanabildi hastalığa.
Son saatlerinde hastane odasında, kızları başucun daydık. Bir kolu takılan serum şişesinin damar açısı yüzünden elimde sabitken, diğer elimle de canını çok yakan ağrılarına güç veriyordum sanki ama nafile çok canı yanıyordu benim gibi.  Öylesine çok korkuyordum ki,  iki eli elimde birbirimizin gözlerine bakarak veda ediyorduk.  Ve onu asıl gidilecek yere teslim ediyorduk son sözü ‘daha şimdi değil gelmeyin ve geldiler gidiyorum’ oldu. Ağzından çıkardığımız takma dişlerinin, yüzüne o son veda anında, vuran gülümsemesinin ne kadar çok yakıştığını gördüm. Belki oda gülümseyebilseydi kendine, görebilseydi ne kadar yakıştığını, yaşarken de gülebilirdi. Ben babamı gülerken sadece ölürken gördüm.  
 Onunla ilgili birikmişliklerim hep acı, yazılmıyor daha fazlası, oysa anlatılacak o kadar çok şey var ki. Babam söz konusu olduğunda zor, hem de çok zor. Hastalık döneminde ona yazdığım bu iki şiiri birlikte okumuştuk, sanki geçmişin hesabını yapıyorduk karşılıklı.
 ((HAYATIMIN ÖZETİ ))
Bir kasımdı yola çıktığımda.
Hani ortasını biraz da geçer gibiydi zaman.
Yürümeyi marifet saymışım çocukça aklımla.
Daha ilk adımlarımda
Nasıl sendelemeye başladımsa
İşte o gün bu gündür
Takılır ayaklarım karaçalılara.
Korkarım düşmekten ama
Yolum da var yürümem gereken.
Bilirim.
Kızgınlıklarım, dargınlıklarım olsa da
Şuursuzluğuma verir Yaradan.
Onu da bilirim.
Acımadan, kanamadan
İyileşmez hiçbir yara babam!
Lakin acılarım, yaralarım,
Senden olmasaydı.
Komazdı öyle.
Vallahi de komazdı, billahi de komazdı.
Sebepsiz kırardın kafamı. 
Bahanelerin yoktu hiçbir zaman babam! 
Sen yine de arar dururdun. 
En çok da yüzüme patlatırdın tokadını,
Kıçıma vururdun tekmeni.
Ben Allah’a sığınıp
Yıkardım gözyaşımla acılarımı.
Biliyor musun? 
Yıkanırdı da babam!
Sen ağzına koyduğun her zehrin
Esiri olurdun ya hani,
Dolaşırdın köyün sokaklarında korkusuzca!
Ayakların dolana dolana naralar atardın,
Sövüp gözdağı verirdin
Başlarına bela olmaman için
Işıklarını yakmayan komşularımıza.
Ben yüreği serçe kuşunun çırpınışına eş,
Düştüğün yerden kaldırırdım seni.
Patlatırdın işte o an suratıma, 
“Senin baban düşmez.” derdin. 
Düşerdin be babam!
Hani o incir ağacının dibine
Kusardın ya böğüre böğüre.
Ben kimseler görmesin diye
Çeşmeye takılı hortumla yıkardım
Gecenin bir yarısı.
Anam da bıkmıştı senden,
Diğer dört çocuğun da.
Ben hep yanında,
Ben hep arkanda babam!
Sonra sıralardın bizi boyumuza göre,
Gücün yettiğince vururdun acımasızca.
İşkencelere varan kıyımların olurdu.
En çok da anama!..
Ben ergenliğimi dayak yediğim anlarda,
Altıma kaçırdığım korkularımda hatırlarım.
Ne acı, ne utanç verici. Değil mi baba?!
Sevgiyi, aşkı
Sinema filmlerinde gördüm çok sonra.
Hani sen beni meyhanede vermiştin ya kocaya!
Kaçan kurtulur hesabını yapabilmiştim yalnızca
Suskunluğumla.
Şimdi bunları ne diye mi anlatıyorum? 
Bir kasımdı yola çıktığımda.
Uzun bir yola çıkmıştım.
Yanılmışım.
Uzun değilmiş baba!
Acılarım var ya
Bir de yaralarım,
Yüzümde değil, kalbimdeymiş.
Yine bir kasım işte.
İncir ağacını kurtardım sayılır sayılmasına da 
Çocukluğum yok oldu. 
Yok oldu, öldü(n) be baba!
 ((HAYATININ ÖZETİ))
Bilmem kaç saattir yüzüne bakıyorum
Buğulu gözlerimle.
Sen uyuyorsun ve bihabersin olan bitenden.
Kendi acılarımı süpürdüm kenara,
Yüzündeki haritaya sıfat bulmaya çabalıyorum.
Acılar yol alıyor ırmak misali yanaklarında.
Pişmanlıklarını görüyorum göz çukurlarında.
Kaşların hep çatıktı zaten.
Alnında upuzun gidip gelen yol çizgilerin var,
Zor zamanlarındaki kaçışlarından kalan.
Pişmanlıkların…
Ah, o pişmanlıkların!..
Dudak kenarlarında
Sessiz konuşmalarınla nasırlaşmış.
Farkında değilsin ama hâlâ üzüyorsun beni.
Bu defaki en ağır, en acı olan.
Soluğuna ipotek koydu ne yazık ki zaman.
Kalbimin gümbürtüsünün arasına sıkışıyorsun.
Boğuluyorum ve korkuyorum gidivermenden.
Aslında yıllardır,
Bir gün hesaplaşmayı bekliyordum.
Sorularım vardı sayfalarca
Sende cevapları olamayan.
Ne tuhaf, gerek kalmadı bile!
Çünkü sen çözdün dilinin bağlarını,
Ve ifadeni veriyorsun tutanaklı.
Cezan kesilmek üzereyken
Pişmanım, diyorsun.
Öfkem boğazımda tıkalı.
Kusmakla yutkunmak arasında gidip geliyorum.
Çaresizliğimle düşüyorum
En büyük uçurumdan.
Korkuyoruz birlikte….
Ve sen elimi tutuyorsun küçük bir çocuk gibi.
Ve nihayet! Yaşlarımızda boğuluyor an.
Üstünü kapatıyor merhametim.
Yüzüne bakıyorum son kez buğulu gözlerimle.
Islanıyoruz birlikte.
Ak sakallarında ip atlayan çocukluğuma
Ağlıyor zaman.
“Gidenlerden olmaman için
Ölüyordum senin yerine.”