Aslında yayımlanalı epey bir zaman oldu bizim gazetede, sırası gelip yazamadım bir türlü… Yazı İşleri Müdürümüz Meryem Akgün AKP Zonguldak Milletvekili Aday Adayı, sendikacı eskisi Bay Kamuran Aşkar ile bir röportaj yapmış geçtiğimiz günlerde. Ne yalan söyleyeyim, okurken çok eğlendim… Hırsı aklının on beş fersah önünde giden Bay Aşkar, Akgün’ün yönelttiği sorulara baştan sona çelişkiyle dolu yanıtlar vermiş çünkü… Sirkatini söyleyen yavuz hırsız gibi şecaat arz ederken sendikal anlayışını tek kelime ile özetleyip, bu alandaki sefaleti tüm çıplaklığıyla ortaya koymuş. Hızını alamamış, kente ihanet etmekle suçladığı AKP’nin muktedirlerine bir sövmediği kalmış…  

 

Röportajı okuyunca bir kez daha anladım ki, hükümetle işbirliği ne kelime yağcılık konusunda sınır tanımayan Memur-Sen, refiki Hak-İş gibi tıpkı, emek hareketinin Truva atı kesinlikle… Onların kitabında sendikalar iradelerini teslim ettikleri siyasal hareketin arka bahçesi yalnızca, sendikacılıksa kendileri için statü değiştirme aracı. Hazret buyuruyor o röportajında: “Sendikalar rica makamıdır.” İnsanın “Hadi oradan” diyesi geliyor. Sormak hakkım, mücadeleci bir emek örgütü, şayet hakkı olmayan bir şeyi istemiyorsa kimden, niçin ricacı olsun? Birilerinin elini eteğini öpme gereksinimi neden duysun? Yandaşlarını hakkı olmayan yerlere terfi ettirmek için mi? Ballı kaymaklı kadroları kapmak için mi ya da? Gerçekten neden acaba?

 

KESK RİCACI OLARAK MI KAZANDI SENDİKA HAKKINI

Bilen bilir, sendikalar bir sınıf örgütüdür. Zatı muhterem yıllardır sendikacı sözde. Ancak sınıf savaşımına öylesine yabancı ki her şeyi karıştırıyor birbirine… Arz eden, aczini dile getiren insandır gerçekte. Emeğiyle geçinen insansa, acziyle değil onuruyla yaşar. Onurlu insanlarsa hakları için ricacı olmaz kimseye… Mücadele eder, direnir, kazanır, ya da kaybeder… Mücadele ede ede de kazanımlarını koruyup geliştirmeye çalışır. Tarih bize binlerce kez gösterdi ki, kimse, kimseye altın tepside sunmuyor haklarını. Rica eden köleleşirken, mücadele eden kazanıyor. “Emek en kutsal değerdir” diyen ustalar tam da bu nedenle “Hak verilmez, alınır” şiarını yazdılar bu sözün yanına… Bedeli ne ise de çekinmeden ödediler…

 

Türkiye’nin sendikal mücadele tarihini bilen herkes biliyor ki, Memur-Sen, sözcüğün tam anlamıyla bir mirasyedi. Bir haramzade gibi Kamu Emekçileri Sendikaları Konfederasyonu’nun mücadele ederek kazandığı sendikal hakların üzerine kondu ve rica makamına çevirerek iğdiş etti. KESK kamu çalışanlarının sendika hakkı ağır yasaklar altındayken fiili durum yaratarak kurdu kamu sendikalarını. Sürgünlere, hapis cezalarına, polis barikatına, biber gazına, copa, baskıya direnerek de yaşattı. Memur-Sen ise, hükümetin desteğini arkasına alıp, allem kalem cambazlıkla yetkili sendika oldu. O büyük mücadeleyi veren insanların yanından bile geçmemişti oysa…

 

ZONGULDAK’A İHANET EDENLER KİM

TTK’nin özelleştirilmesi dâhil Zonguldak’la ilgili sorulara verdiği yanıtlarsa sözcüğün tam anlamıyla muhteşem. Şöyle buyurmuş: “Zonguldak 1970’lerin Almanya’sıydı. Şimdinin göç veren batıdaki yegâne illerinden birisi olmuş. 4 yılda da 20 bin göç vermiş bir şehir. Zonguldak, zengin bir tüccarın iflas etmiş haline benziyor.” Kim becermiş peki bunu? Şu başörtüsü zulmünü milletin başına bela eden laikçiler mi? Dün kol kola girip devlet içindeki kadroları yağmaladıkları paralel yapı mı yoksa? Neymiş, devletin Zonguldak’a bakışı geçmişten gelen kriptosunda yazılıymış, AKP ile ilgisi yokmuş bu yüzden… Peki, başörtüsünde devletin kriptosunu kıran AKP, mesele Zonguldak olunca neden çaresizmiş? Emek düşmanı olduğu için olmasın sakın…

 

Muhterisin hırsından gözü dönmüş, kendisini pazarlamaya çalışırken partisini suçluyor da haberi yok…  Buyurmuş:İcra kurulunda olsaydım kesinlikle Atatürk Devlet Hastanesi’nin şehrin dışına yapılması gerektiğini söylerdim. Şehre yapılmış ihanetlerden birisidir.” Kimmiş bu hastane yerini yanlış belirleyen hainler? CHP’li yerel yönetim mi, yoksa aday olduğu partinin muktedirleriyle atadıkları bürokratlar mı? Kim gerçekten… Alâmetifarikasını da röportajın sonuna saklamış: “Milletvekili olursam bana ulaşamayan hiç kimse olmayacaktır.” AKP içinde olup da ulaşılamayan milletvekili mi varmış? “Yeter, söz milletin” diyerek iktidara gelen partinin millete tepeden bakan asilzadeleri kimlermiş acaba? Bu sorulara yanıtınız var mı Bay Aşkar? Yoksa tıpkı sendikal alandaki gibi pişkinliğe vererek geçiştirecek misiniz yine?