Atasözlerimizin kıymetini iyi bilelim, arşivlenen her deneyim aslında geleceğe dair kusursuz bir rehber biz yol yön arayan insanlığa. Yolunu deneyerek yanılarak bulmak kaçınılmaz olsa da geçmişine sağır olmayanların işi birazda daha kolay oluyor sanki.
Bu yaşamın her alanı için kullanılabilecek deneyimler sahiden de. Sınıflandırmadan çekinmeden al çuvaldan, ne zaman nerde kullanmak istersen aç çuvalın ağzını, kulak ver atalarına, nasıl yol izlemişler nasıl süzmüşler sözcükleri acıların içinden, keşfet sen de.
Ülkenin yıllardır Güneydoğusunda baş gösteren sorunların sınır kardeşliğiyle bize de bulaşan kederinden nasipleniyoruz on yıllardır. Çok acılar çok bedeller ödediğimiz günlerin içimize çöken korkusu, halen daha yarına dair umudumuzu ipotek altında tutuyor. Ve üstelik buna rağmen devam ediyor can yakışlar. Güç eziyor kendi yarattığı mazlumları, güçsüz bırakılanlar güçlüler yaratıyor binyıllardır.
Bir sahne yaratıyorlar başrolünü ölüme verdikleri ve beraberinde figüranlar bularak oyunu pazarlıyorlar. Alıcısı ve izlenme oranı, önceliği, istenen hedefe ulaşma garantisi cepte zaten.
Dünya konjonktüründe kendini kabul ettirmiş ve daha çok şiddetten savaşlardan beslenen ülkeler güç gösterileri yapmaktan geri durmayanlar kazanıyorlar bu alanda! Savaş barışı acımasızca öldürüyor binyıllardır ve sonra barış naralarıyla göz boyama turları baş gösteriyor gezegende.
Sahtekârlık insanlığın ayıbı ama utanmayan ve vazgeçmeyecek kadar yüzsüz bir ayıbı.
Bunu da diğerleri gibi deneyimleyen atalarımız verseler de ipuçlarını, illaki yaşayarak öğrenme konusunda ısrarcıyız.
“Biz yine çuvalın içindeki sözlerden deneyimlerden bir haber, yeni keşiflere meylediyoruz sonucu belli olan.”
Kazandıkça ne yazık ki talep arsızlaşıyor ve kan gösterilerine meylediyor insanlığı, henüz gelişimini tamamlayamamış toplumlar oyunun bir yerinde istemeseler de figüran oluveriyorlar bu bağlamda.
Birazda şöhret budalası oluyor böyleleri.
Kapitalizmin dünyayı istila etmesinin altında yatan sebeplerin başında geliyor kötücül düşünce ve insanı ilkelleştirmek, ondan faydalanabilmek için öncelik oluyor. Arsızlık doyumsuzluk enjekte ediliyor beyinlere.
 Ülkenin doğusunda on yıllardır sürüklendiğimiz sınır huzursuzluklarına el verenler, bugünlerde şövalyelik rolüne soyunabiliyorlar örneğin.
Birbirini boğazlamak için fırsat kollayanlar sarmaş dolaş olabiliyorlar örneğin.
Güç, onurun ve onurlu olabilmenin ipini çekiyor. Geriye ise kazanmak için her yol mubah gibi anlamsız bir teselli kalıyor. Hedefe ulaştıran ama asla yeterli olmayan doyurmayan bir teselli, bu yüzden savaşlar barışı öldürmenin en kolay yolu oluyor.
Sınırların sahip olmanın hiçbir manasının kalmadığı bu çağda, evinizin içindeki yabancıların tutsağı olduğunuzla yüzleşmekten kaçınıyorsunuz. İşin tam da can alıcı yeri burası, sınırlarınız birileri tarafından sürekli ihlal ediliyor, siz ev sahibi ve kendinizin olduğu gerçeğini savunamıyorsunuz bir türlü.
İlkel ve vahşi doğanın işlevini bilinçaltına sakladığı formülü, kötücül düşüncenin besin kaynağı ne yazık ki. İnsanlık kazanma ve yok etme konusunda sınır tanımayan arsızlığıyla, hayvanlar âleminin de üstünde seyrediyor.
Ağzından köpük çıkarak dünyaya meydan okuyanlar evcilleşmiş bir kedi gibi kuyruğunu sıkıştırarak poz veriyorlar objektiflere. Altından ne çıkacak, nedir bu yüzeysel değişimin sebebi, bunu elbette gelecek zaman içerisinde göreceğiz ancak bilinen ve şimdiki gerçek, bunun pek hayra alamet bir yanının olmadığı.
İlkel bir hayvan gibi ağzından köpük saçanların, bir anda evcilleşebilme ihtimalinin olamayacağını bilmek için ne müneccim, ne de dahi olmaya gerek var.
Savaşlardan kandan beslenenlerin, kapitalizmin tutsağı olanların, evcilleşebilme ihtimalleri olamaz. Onlar ölüm sahneleyen ve kandan beslenen yaratıklar çünkü. Evet, bayram değil, seyran değil, aslına bakarsanız öpen eniştede değil. Peki, ne o zaman?