İnsanları köklerinden arındırıp kendine yabancılaştırarak yapılan kültürel soykırımdan söz edilecekse, bizim aile, somut örneğidir bunun… Ülkenin çoğu gibi 1870’lerden öncesini bilmiyoruz biz de… Büyük dedelerimizin mezarının nerede olduğu, nasıl yaşadığı gibi konularda da çok bilgimiz yok… Dedelerimizin babaları 1800’lü yılların son çeyreğindeki savaşlardan birinde şehit muhtemelen… Dedelerimin mezarı Kastamonu’da, babalarımızın çok azı yanlarına gömülü; nafakaları peşinde her biri başka yere savrulmuş çünkü… Bizler bambaşka coğrafyadayız… Birçoğu şimdiden uzaklarda yaşamaya başlayan çocuklarımızsa kim bilir nerede sürdürecek yaşamını…
 
Babamların tarafı Zonguldak, İstanbul, İzmit; annemlerin tarafı ise Karabük, İstanbul, İskenderun’da gitmiş ekmek peşine… En yakın kuzenler bile birbirini tanımıyor bu yüzden… İskenderun’da yaşayan Talat Dayım hep “uzaklardaki akraba” olarak kaldı belleğimde… Ağabeyi olarak annemin yaşamında birincil rolü var oysa… Cenazede, düğünde görüşebildiğimiz dayı çocukları ile çok az ilişkimiz oldu… Son zamanlarda iletişim olanaklarının artması, özellikle yaşıtları olan ablamla iletişimlerinin canlanmasını sağladı… Bizler de onlardan haber almaya başladık böylece…
 
MICIR DENEN DEVLET ELİYLE DÖŞENMİŞ DİNAMİT
Tam da ilişkiler canlanmış, dostluklar pekişmeye başlamışken dayıoğlumun eşi Necmiye Kara’yı cinayet gibi bir kazada yitirdik… Yola dinamit döşemekle eş anlamlı olduğu herkesçe bilindiği halde, Karayolları, bu çağda, ziftin üzerine mıcır sererek asfaltlama yapmış sözde… Sürüş güvenliğinin sıfırın da altına düştüğü yolda Necmiye ablanın da içinde olduğu araç mıcıra kapılmış… Bana sorarsanız devlet eliyle taammüden cinayet işlenmiş böylece… Herkesin bayram kutlamaya hazırlandığı sırada bir ocağa ateş düşüren olayın özeti bu… İnsanına bir kuruş değer vermeyen alçak düzene isyan ediyorum…  Ama iyi bir insanı, şefkatli bir anneyi gözyaşlarıyla uğurlamaktan başka da bir şey de gelmiyor elimden…
 
İçimiz Necmiye ablanın acısıyla kavruk cenazesine yetişmeye çalışırken ablamın çalan telefonu bir komşusunun Karabük’te öldürüldüğü haberini veriyordu… Detaylarını öğrenemedik ama ilk bilgilere göre yeni bir kadın cinayetiydi bu… Akşam bunları konuşa konuşa dönerken bu kez çalan benim telefonumdu… Öner Güven, Türkiye sosyalist hareketinin değerli isimlerinden birini, Ahmet Hamdi Dinler’i kaybettiğimizi söylüyordu… Bir cenaze için yaptığımız yolculuk bitmeden diğerine hazırlanmak düşüyordu payımıza… Acılardan acılara koşmakla geçen kötü bir hayattı bu…
 
PEK ÇOK SOSYALİSTİN FİKRİ ÖNDERİ, ÖĞRETMENİYDİ
Telefonla pek çok kez konuşsak da yüz yüze hiç gelemediğim Ahmet Hamdi Dinler ben ve benim kuşağım için efsane bir isimdi… 1960’lı yıllardan beri barış, eşitlik ve toplumsal adalet kavgası veren mücadelemizin, uzun koşucusuydu en başta… Türkiye solunun yarattığı en değerli hareket olan Türkiye İşçi Partisi’ni Zonguldak’ta var eden öncü kadronun içindeydi… Kentin gördüğü en değerli entelektüellerden biriydi de aynı zamanda… “TİP Tarihinden Kesitler 1-2”, “Nihayet Post-Marksistler Türkiye’de”, “Sosyalizm Yolunda Yeni Açılımlar” gibi kitaplarla sol kültüre ciddi katkılar yapmıştı hatta…
 
O pek çok sosyalistin fikri önderi, öğretmeni oldu zaman içinde… Solda kalıcı insan tiplerinin yetişmesi için yoğun emek harcadı. Bu çaba içinde fikri ardıllarını da oluşturdu ve kendinden çok sonraki kuşakları da etkiledi böylece… Mücadeleden hiç kopmadı… Uzun zamandır kanser denen illetle boğuşuyordu… Kadim dostları Kemal-Hikmet Kuşhan’dan alıyordum haberleri, hastalığı epey ilerlemişti son zamanlarda… Son noktayı kadim dostu Hüsamettin Güven’in oğlu Öner ağabey koydu: “Ahmet ağabeyi kaybettik…” Ölüm için “sözün bittiği yer” denir çoğu zaman… Bu söz Ahmet Hamdi Dinler gibiler geçerli değil kesinlikle… Sözünü hep çoğaltarak çağlar boyunca çağlayıp duracak çünkü o… Sosyalizm mücadelesi sürdükçe adı hep anılacak… Işıklarda uyu koca yürekli insan…