Bir misafirlikte olduğum sırada çalan telefonda Mustafa’nın, “Can Hoca’yı duydun mu?” sözü, terden sırılsıklam etmeye yetti sırtımı. Sevgili öğretmenimizin durumu epeydir ciddiyetini koruyordu çünkü. En son oğlu Ahmet Pamay’a ilettiğim ziyaret dileğine, “Daha çok üzülüyor, gelmesen daha iyi” yanıtını alınca boynumu bükmüş, derin bir endişeyle kapatmıştım sözü… Arkadaşlar arasında da sıkça sohbetini yapıyorduk öğretmenimizin, ancak hiçbirimizin üzülmekten başka elinden bir şey gelmiyordu. Ne ulu çınarı, koskoca bir dağ, gözümüzün önünde ağır ağır devriliyordu da büyük bir çaresizlikle susuyorduk hepimiz…
 
Can Hoca’yı anlatmaya nereden başlamalıyım ki… Hele benim gibi mektepte değil de hayat okulunda öğrencisi olmuş bir ümmi ne söyleyebilir ki herkesin Can Baba’sı hakkında… Ama susmak olmaz, yazdıklarımızla tarihe not düşüyoruz çünkü… Her Zonguldaklı gibi uzun yıllardır tanıyordum sevgili öğretmenimi. Sıkı ilişkiler geliştirmemizse ZOKEV olarak düzenlediğimiz saygı gecesi sırasında oldu. Evinde ziyaret edip uzun söyleşiler yaptık, hayatını birkaç kez en ince detayına konuştuk. Gece için hazırladığımız kitapçıkta hayatını yazma görevini bana vermişti arkadaşlar çünkü… O her anı bir başka ışıltıyla dolu hayatı, bir kitapçığa nasıl sığdırabilirdim ki…
 
EDEBİYAT DERSİNDEN GEÇTİM
Onun telaşıyla başladı sohbetlerimiz. O anlattı biz dinledik. Bolca video kaydı da yaptık. Biz diyorum, Mustafa Yüce ile Zafer Kalafat da vardı çünkü o buluşmalarda… Notlar aldım, aklıma takılan yerleri telefonla sordum. Sonunda yaklaşık 10 sayfalık bir biyografi çıktı ortaya… Sanırım Tenis Kulübü’ndeydi, bir kenara çekilip yüksek sesle okudum yazdıklarımı, o her zaman mağrur bir ifade yayılan yüzünde ilk kez bir başka bir ışık gördüm. Elleriyle yaşaran gözlerini silen sevgili öğretmenim, titrek bir sesle teşekkür etti bana… Boğazıma düğümlenen hıçkırığı geri göndermek için, “Ben edebiyat dersinden geçtim, sıradaki gelsin” diye şaka yaptığımı anımsıyorum arkadaşlarıma…
 
Saygı gecesini, “Zonguldak’ta Spor Bienali” kapsamında yaptık. Hem bienalin, hem de saygı gecesinin daha görkemli olması, yayımlayacağımız kitapların iyi kalitede basılması için kaynak arayışı içindeydik. O zaman TBMM Başkanı olarak görev yapan Köksal Toptan’a gitmemizi önerdi Can Hoca… Çelikel’den öğrencisi olan Toptan’ın mutlaka yardımcı olacağını düşünüyordu… Vedat Didari başkanlığındaki bir heyetle gittik Ankara’ya… Çok iyi karşılanmamıza ve yardım konusunda kesin söz almamıza karşın, bir kuruş bile destek gelmedi oradan… Kendi bütçemizle bienali yapıp kitabı da çıkardık sonunda… Defalarca Toptan’ı telefonla arayan Can Hoca’nın bize nasıl da mahcup baktığını hiç unutmuyorum…
 
KENTİMİZİN KURUCU ÖĞESİ, TEMEL HARCIYDI
Çok güzel, büyük katılımlı bir etkinlik oldu saygı gecesi. Köksal Toptan, Mehmet Haberal ile birlikte katılıp bir konuşma da yaptı hatta… Ama Can Hoca’yı anlatan en değerli sunum Prof. Dr. Özbay Güven’den geldi. Can Hoca’nın ülkeyi “beden eğitimi” denen kavramla tanıştıran Selim Sırrı Tarcan ekolünden gelen soy bir öğretmen olduğunu anlatıyordu Özbay Hoca… Büyük mutluluk yaşadı o akşam sevgili öğretmenim… Geceye özel olarak hazırladığımız kitapçıktan yüzlerce alarak, ülkenin dört bir yanına dağıttı… Adım da “Delikanlı”ya çıkmıştı o arada… Haftada en az bir kez telefonda hasbıhal eder olmuştuk. O aradığında, mutlaka, “Delikanlı ne haber yahu” diye başlardı sözlerine…
 
O son nefesine kadar Zonguldak’a emek verdi. Eğitimin gelişiminden, Zonguldakspor’un liglere alınmasına; şimdi yıkılan kapalı spor salonunun kente kazandırılmasından izciliğin gelişimine kadar her alanda unutulmaz işlere imza attı. Mehmet Çelikel Lisesi Vakfı, ZOFOD başta pek çok sivil toplum örgütünün kök salmasında büyük rol oynadı. İlişkilerini, dilini kurmayı beceremese de siyasete de atıldı. En karanlık günlerde, boynuna taktığı Atatürk imzalı kravatıyla dosta düşmana ilan etti siyasal pozisyonunu… O genç cumhuriyetin tüm idealist öğretmenleri gibi, cumhuriyetin kurucu değerlerine gönülden bağlı bir insandı, son anına kadar da bunun kavgasını verdi…
 
O yok artık şimdi… Tok sesi, dik duruşu, dudağının bir kenarına yerleştirdiği gülüşünü de alıp yıldızlara ağdı sessizce… Hiç kuşku yok ki, kentimizin kurucu öğesi, temel harcıydı Can Hoca… Bizi biz yapan değerlerin simgesi olmuş bir anıt isimdi… Zaten yaralı, bir o kadar da bitkin olan Zonguldak yapayalnız kaldı şimdi… Felsefe Öğretmeni Hasan Acar, “O bir eğitim şövalyesi, sporun yaşayan ikonası” diyordu, öğretmenimizin sağlığında kaleme aldığı onu en iyi anlatan yazısında… Bir şövalyeyi, her daim centilmen kalmayı başarmış bir sportmeni, kentine delice aşık bir Zonguldak sevdalısını, öğrenci yerine, ışık yeli yetiştiren bilgemizi, “Can”ımızı yitirdik… Ölüm Can Hoca’ya da eriştin ya, alacağın olsun senin…