Hazır darbe edebiyatı gündemde iken ben de size bir darbe günü yaşadığım çok ilginç bir macerayı anlatayım. İnanıyorum ki o gün Türkiye'de böyle bir olayı benden başka hiç kimse yaşamamıştır. Ama bu olay 15 Temmuz darbe girişimi günü değil; 12 Eylül darbe günü günü yaşanmıştır.
   Darbenin yapıldığı sırada devletleşen Bolu linyitlerinde bölge müdürü olarak görev yapıyordum. 1980 Eylül ayının başlarıydı. Eşim yanına çocukları da alarak İstanbul Aksaray'da oturan dedesine misafirliğe gitmişti. Bende kendisine 12 Eylül günü yanlarına geleceğimi ve sonra da beraber döneceğimizi söylemiştim.
   Eşime bu tarihi verirken o gün darbe olacağını nereden bilebilirdim? Sabahleyin yola çıkmak üzere hazırlandığımda, ''ihtilal oldu, sokağa çıkma yasağı var!'' dediler. Fakat eşime söz vermiştim bir kere. Yapamayacağım bir şeye söz vermem ama söz verdiğim zaman da ne pahasına olursa olsun yaparım. Böyle de bir yapım var.
   Ayrıca, eşime de ulaşamıyorum ki gelemeyeceğimi bildireyim. O zamanlar cep telefonu zaten yok. Şehirler arası  görüşmeler bile zar zor yapılabiliyor, saatlerce sıra bekliyorsun. Hele darbenin yapıldığı gün çok daha zor.
   Bu durumda gitmeye karar verdim. Siyah bir makam arabam vardı. Bolulu şoförüm Sami çok uyanık ve cesur bir çocuktu. Akşamdan talimat verdiğim için ne yapıp edip kaldığım lojmanın önüne kadar gelmiş, hazır bekliyordu.
   O zaman tabii ki otoban henüz yok. E-5 Karayolu'na çıktığımızda bırakın araba görmeyi; ortalıkta adeta hayat belirtisi bile yoktu. Üstümde beyaz bir takım elbise vardı. Bir de siyah gözlük takmıştım. Böylece yolda bizi durdurmak isteyen görevlilere ciddi bir devlet adamı görüntüsü verebileceğimi düşünmüştüm. Nitekim bu düşündüğümde haklı çıktığımı sonra görecektim.
   Şoföre,''Oğlum yollarda asker veya polis dahil, birilerini görünce sakın yavaşlama, sonra ahiret suali sorarlar! Ben dur demeden de durma'' diye tembih ettim.
   Bomboş yolda hiç bir engelle karşılaşmadan son sürat Gebze'ye kadar vardık. Gebze'de yolun kenarında bize el kaldıran resmi kıyafetli bir baş komisere rastladık. Belli ki işine gidecek, araba bulamamış ve bizim almamızı istiyor. Şoföre durmasını söyledim. Zira aklıma parlak bir fikir gelmişti. Ön tarafa koruma polisi yerine bu baş komiseri oturtursam daha ciddi bir havam olur ve bu sayede engelleri daha rahat aşarım diye düşünmüştüm.
   Baş komiseri arabaya aldık. Öne oturttuk. Çok mutlu oldu. O da Rumeli tarafına gidiyormuş. Tam da benim istediğim şey!
   Gebze'den sonra önümüze önceleri 5-6 kişilik, daha sonraları daha kalabalık asker gurupları çıkmaya başladı. Askerler önce yolumuza çıkarak ''dur'' işareti yapıyor; fakat daha sonra süratle gelen resmi arabanın içinde, önde resmi kıyafetli baş komiseri ve arkada da beyaz takım elbiseli ve siyah gözlüklü ciddi adamı görünce, hemen kenara çekilip bize yol veriyorlardı. Planım tutmuştu. Kazara dursak falan foyamız ortaya çıkacak, muhtemelen karargaha götürülecektim.
   Bu şekilde, bariyerleri atlata atlata Boğaz Köprüsü'ne kadar vardık. Fakat birde baktık ki köprünün girişi ana baba günü. Yüzlerce asker yığılmış; tanklar toplar mevzilenmiş, kuş uçurtmuyorlar. Ben ''eyvah, işte şimdi hapı yuttuk!'' derken, talimatlı şoförümüz hiç gaz kesmeden arabayı kalabalığa doğru sürmeye devam ediyordu.
   Önceleri ''kim bu çılgın?'' dercesine bize doğru koşan askerler, araba kendilerine yaklaştıkça, tıpkı Hz. Musa'nın asası ile denizi yarması gibi  ikiye ayrıldılar. Ortadan bize yol açmaya başladılar. Neredeyse bize selam duracaklardı! Manzara gerçekten çok ilginçti. Şüphe yok ki beni çok önemli bir kişi sanmışlardı. Ben büyük bir şaşkınlık geçirmeme rağmen ciddiyetimi bozmadım. Hatta başımla hafifçe kendilerini selamlamayı bile unutmadım.
   Böylece Boğaz Köprüsü'nü de geçtik. Artık önemli bir engel kalmamıştı. Öyle ya, biz en önemli engeli bile aşmıştık!
   Köprüyü geçtikten sonra baş komiser indi. Teşekkür edip gitti.
   Aksaray'da Dede'nin evine gelince, evdekiler çok şaşırdılar. Eşim,''siz nasıl gelebildiniz?'' diye hayret etti. Ben de,''E, hanım biz ne zaman verdiğimiz sözü yapmadık?'' diyerek havamı attım!
   O tarihte ve o şartlarda başka birisi böyle bir maceraya atılabilir miydi, bilmiyorum. Hatta bu günkü aklım olsa böyle bir şeye cesaret edebilir miydim, onu da bilmiyorum. Yalnız şunu biliyorum ki; eğer yakalansaydım başım büyük derde girebilirdi.
   İşte size benden de bir darbe hikayesi. 
   Acaba 15 Temmuz darbe kriterlerine göre  gazi sayılabilir miyim dersiniz!?
 
                                                                                                                Şerafettin Üstünkol