Daha birkaç hafta önce milletçe depremle yatıp depremle kalkıyorduk. Ama balık hafızalı bir millet olduğumuz için depremi çabuk unuttuk. Neredeyse artık konuşulmuyor bile.. Halbuki uzmanlar her an 7,5 büyüklüğünde bir depremin olabileceğini ve başta İstanbul'da olmak üzere on binlerce insanımızın bu depremde ölebileceğini söylüyorlar. Bu yüzden, depremi gündemden düşürmesek ve tedbirli olsak iyi olur! 

   İşte ben de depremi gündemimde tutmaya çalışırken; küçük bir çocukken yaşadığım bir deprem olayını hatırladım. Çok ilginç bir anı olduğu için sizlerle paylaşmak istedim.
  Olay Çaycuma'nın Yakademirciler köyünde geçiyor.. Sene 1949 veya 1950 olabilir... Ben o zaman 3-4 yaşlarındayım.. Aylardan muhtemelen ağustos ayı idi, zira hava çok sıcak ve bunaltıcıydı.. Akşamüstü komşumuzun evinin üst katındaki, bizim köyde ''arka'' denilen balkon kısmında oturuyoruz.. Benimle beraber, arkada komşumuzun oğlu, ve arkadaşım Mehmet Ali Eyidoğan, onun annesi ve kardeşleri ile birkaç kişi daha vardı..
   Bazen dün yaşadıklarımı unuttuğum oluyor ama yetmiş yıl önceki bu olayı net hatırlıyorum. Çünkü hayatımda unutamayacağım olağanüstü bir doğa olayına şahit olmuştum.
   Biz sohbet ederken, birden ev yana yattı, neredeyse toprağa değdikten sonra tekrar eski haline geldi. Bu olay o kadar kısa zamanda oldu ki ne olup bittiğini bile anlayamadık. Büyükler ''Zelzele oluyor!'' diye bağrışarak, bizi de yanlarına alıp evden dışarı kaçtılar. O geceyi dışarıda geçirdik.
   O gece büyüklerden zelzele ile ilgili ilk bilgileri aldım! Diyorlardı ki; dünya kocaman bir öküzün boynuzunun üstünde imiş ve öküz sinirlenip kafasını salladığı zaman da zelzele olurmuş!
  Köylüler böyle biliyorlardı o zaman! Varın artık siz hesap edin eğitimsizlik sonucu cehaletin boyutlarını!
   Sanırım bu zelzele o zamanlar ülkemizde olan büyük bir depremin bize yansıması idi.
  Siz şimdi diyeceksiniz ki, ''Yahu, koskoca ev yan yatıp sonra hiç bir şey olmadan tekrar eski haline gelebilir mi!'' Bence gelebilir; neden? Çünkü o zamanlar bizim köydeki evler birbirine geçmeli ağaç kütüklerin örülmesi ile yapılıyordu. Yani altta hayvan ahırlarının olduğu bu iki katlı evler kutu gibi idi. Bu nedenle, evin yan yatması ve tekrar eski haline gelmesi saniyelik bir zaman dilimi içinde olduğundan, ağaçların esnek olması da dikkate alındığında, bu kadar kısa bir zaman içinde yıkılmaya fırsat bulamaması fizik kanunlarına uygundur. Eğer evler beton veya tuğladan yapılmış olsaydı durum farklı olurdu tabii ki!
   Buradan çıkarılacak ders; binalar depreme dayanıklı yapılırsa insanların burnu bile kanamaz!
   Tam burada depremle ilgili bazı bilgileri yeniden anımsayıp sizlerle paylaşmanın yararlı olacağını düşündüm. Çünkü her ne kadar depremin öküzün başını sallaması nedeniyle oluştuğuna inananlar epeyce azaldıysa da; hala insanlarımızın bu konuda yeterli bilgiye sahip olduğunu sanmıyorum. Bu nedenle, sokaktaki vatandaşın anlayabileceği şekilde bu bilgileri özetlemek istiyorum.
   Aslında, eskilerin ''zelzele'' dediği depremin oluşumu, tespiti ve  hesaplamaları oldukça karmaşıktır. Ama ben burada basit ve genel bilgiler vererek deprem hakkında vatandaşlarımızın bir fikir sahibi olmalarını sağlamaya çalışacağım.
   Öncelikle depremin tarifini yapalım: Yer kabuğu içindeki kırılmalar nedeniyle, ani olarak ortaya çıkan titreşimlerin dalgalar halinde yayılarak geçtikleri ortamları ve yer yüzeyini sarsma olayına ''deprem'' denir.
   Depremler nedenlerine göre tektonik, volkanik veya çöküntü gibi sınıflara ayrılırsa da; yurdumuzda görülen önemli depremlerin türü tektonik tir.
   Tektonik depremlerin oluşumu şöyle özetlenebilir: Bilindiği gibi, yerkürenin dış kısmında 70-100 km kalınlığında oluşmuş bir taş küre (litosfer) vardır. Kıtalar ve okyanuslar bu taş kürede yer alır. Taş kürenin altında ''astenosfer'' denilen 2.900 km kalınlığında yumuşak üst manto bulunmaktadır. Astenosfer 1,500 - 2,000 derecede ve yarı viskoz yarı katı durumdadır.
   İşte dünyanın kabuğunu oluşturan taş küre, altındaki bu kütlelerde oluşan kuvvetler, ve özellikle konveksiyon (ısı yayılımı, iletim) akımlarının yukarılara yükselmesi nedeni ile, gerilip parçalanarak birçok levhalara (veya plakalara) bölünmektedir. Bu yüzden yerkabuğu (litosfer) tek parça halinde değil, dev bir yapboz şeklindedir.
   Erimiş sakız kıvamındaki astenosferin üzerindeki bu plakalar, veya levhalar hareket halindedirler; ve tıpkı bir sal gibi, altlarındaki yumuşak kütlenin üzerinde  yüzmektedirler. Kıtalar ve okyanuslar da işte bu salların üstünde bulunmaktadır. Dolayısıyla kıtalar da hareket halindedir. Ama bu hareket yıllar içinde santimetrelerle ölçüldüğü için insanlar bunu hassas ölçümler olmaksızın fark edemez.
   Nitekim geçen gün Kandilli Rasathanesi ve Deprem Araştırma Enstitüsü Müdürü Prof. Dr. Haluk Özener verdiği beyanatta, ''Anadolu Plakası ortalama her sene 2,5 santimetre batıya doğru kayıyor.'' diyerek somut bir veri vermiştir.
    Kıtaların hareket ettiğinin en çarpıcı örneği Bering Boğazıdır. Çünkü bu boğaz bir zamanlar birleşik olan Asya ve Amerika kıt'alarının ayrılıp birbirinden uzaklaşması sonucu oluşmuştur.
   Peki tektonik depremler nasıl oluşmaktadır?
   Yer kabuğunu oluşturan hareket halindeki levhaların birbirine sürtündükleri, birbirini sıkıştırdıkları, birbirinin üstüne çıktıkları ya da altına girdikleri sıralarda, iki levha arasında harekete engel olan bir sürtünme kuvveti vardır. Bir levhanın harekete devam edebilmesi için bu sürtünme kuvvetinin aşılması gerekir. Bu kuvvet aşıldığı zaman bir hareket oluşur. Bu hareket çok kısa bir zaman biriminde oluşur ve şok niteliğindedir. Sonunda çok uzaklara kadar yayılabilen sarsıntı dalgaları ortaya çıkar. Bu sırada yeryüzünde ''fay'' adı verilen arazi kırıkları oluşabilir.
   İşte biz yukarıda özetlediğimiz bu olaya ''deprem'' diyoruz!
   Taş kürenin levha veya plaka dediğimiz kırık parçalarının sınırları dünyada deprem bölgeleri olarak nitelendirilmektedir.
   Depremin ''büyüklüğü'', ''şiddeti''ve ''gücü'' farklı kavramlardır. Depremin büyüklüğü (magnitüd), depremin kaynağında açığa çıkan enerjinin bir ölçüsüdür. Depremin şiddeti, depremin yapılar ve insanlar üzerinde yarattığı etki için kullanılan bir terimdir. Depremin gücü ise, deprem sırasında açığa çıkan enerjidir.
   Deprem genellikle büyüklüğü ile ifade edilir. Derecelendirilmesi ise ''Richter ölçeği'' denilen bir ölçü birimidir. Richter ölçeği depremin magnitüdünü (büyüklüğünü)  tanımlayan matematiksel bir formüldür. Fakat bu ölçek linear (çizgisel) değil, logaritmik olarak büyümektedir.
   Bunun ne demek olduğunu daha iyi anlatabilmek için şu basit bilgiyi verelim: Richter ölçeği üzerindeki her iki sayı arasındaki fark 1 birim değil, 10 birimdir. Örneğin, 7 büyüklüğündeki bir deprem, 6 büyüklüğündeki bir depremden 1 birim büyük değil, 10 kat büyüktür.
   Daha fazla detay bu köşe yazısına sığmayacağı veya kafa karışıklığı yaratacağı için, sanırım şimdilik bu kadar genel bilgi yeterlidir.
   Ama depremi asla unutmayalım!