Bu günlerde bir domates biber  patlıcan muhabbeti almış başını gidiyor. Politikacılarımızın ve halkımızın gündeminin başında bu var.
   Nedeni ise bildiğiniz gibi sebze ve meyve fiyatlarındaki aşırı artış. Halk bundan şikayet edince, mahalli seçimlerin yaklaştığı şu sıralarda, telaşa kapılan Hükumet,  tanzim satış noktaları kurarak pansuman tedbirlerle fiyatları aşağı çekmeye çalışıyor.
   Neden ''pansuman tedbirler'' diyorum;  bunlar geçici çözümler de ondan! Çünkü esas çözüm üretimin talebi karşılayacak duruma getirilmesidir. Bunu ben söylemiyorum; ''Arz Talep Kanunu'' söylüyor.
   Peki nedir bu arz talep kanunu? Aslında bu kanun bir nevi tabiat kanunudur. Yani insanlar tarafından değiştirilemez! Ekonominin temelinde ve insan ilişkilerinin en derinliklerinde arz talep kanunu yatar. Bu kanun arz ve talep değişiklikleriyle fiyat değişiklikleri arasındaki bağımlılık ilişkisini saptar. Yine bu kanun malın piyasaya sürümünün talepten fazla olduğu durumlarda malın fiyatının düşeceğini; az olduğu durumlarda ise fiyatın yükseleceğini dile getirir.
   Biraz karışık mı oldu? O zaman gelin ben size yaşadığım bir hikayeyi anlatayım da ne demek istediğimi daha iyi ifade etmeye çalışayım. Bu yönteme ''case (keys)'', yani ''örnek vak'a'' denilmektedir ve okuyucunun konuyu daha kolay kavramasını sağlamaktadır. Biliyorsunuz ben de bu yöntemi sıkça kullanırım.
   Şimdi hikayemize geçebiliriz. 
   ''Orta Doğu Teknik Üniversitesinde (ODTÜ) okuduğum 1960'lı yılların son senelerinde, tüm dünya üniversitelerinde olduğu gibi, bizim okulda da sık sık boykotlar oluyordu. Bunun sebebi tabii ki tüm dünya gençliğinin mevcut düzene ve statükoya baş kaldırması idi. Biliyorsunuz sonradan buna '68 Kuşağı Hareketi' de denildi.
   Neyse, asıl konumuz bu değil.. Şimdi neredeyse Ankara'nın ortasında kalan ODTÜ o yıllarda şehrin epeyce dışında, bozkırın ortasında kalıyordu. Bu nedenle şehir ile okul arasındaki ulaşım ancak belli saatlerde çalışan servis arabaları ile sağlanıyordu. Boykotlar nedeniyle okul tatil edildiği zaman; bu servis arabaları da çalıştırılmadığından; üstelik kafeteryalar ve kantinler de kapandığından; biz yurtlarda kalan öğrenciler yiyecek sıkıntısı çekiyorduk. Boykotun ne zaman biteceği ve okulun ne zaman açılacağı da bilinemediğinden  memleketlerimize de gidemiyorduk.
  İşte yine böyle bir boykot sırasıydı ve okul belirsiz bir tarihe kadar tatil edilmişti. Bu yüzden yurtlarda bekleme deydik. Okulun kafeterya ve kantinleri kapalıydı. Servis arabaları da çalışmadığından şehre de gidemiyorduk. Kısacası bayağı yemek sıkıntısı çekmeye başlamıştık.
   Bir akşam odada arkadaşlarla sohbet ederken konu yiyecek olayına gelince, ben de espri olsun diye, 'Nasıl olsa işimiz gücümüz yok; bari köfte yapıp hem kendimiz yiyelim hem de millete satalım!' dedim. Bu fikir arkadaşlarım tarafından beğenildiği gibi ciddiye de alındı.
   Hemen o akşam bir plan yaptık. Plan şuydu: Yarın Samanpazarı'na gidilecek; önce mangal ve kömür alınacak; sonra da kıyma, ekmek ve baharat alınarak yurda getirilecekti. Odada yaptığımız köfteleri yurdun önünde yakacağımız mangalda pişirerek ekmek arası satacaktık.
   Ertesi gün iki arkadaşla beraber bulduğumuz bir dolmuşla Samanpazarı'na giderek; eski bir mangal ve iki kilo da kömür aldık. İki kilo kıyma ile yeteri kadar ekmek ve baharatı da alıp döndük.
   Önce fiyat politikamızı saptadık. Buna göre normal büyüklükte 4 adet köfteyi çeyrek ekmek arasına koyup 75 kuruştan satacaktık. Kendimize de yeteri kadar köfte ekmek ayıracaktık tabii ki..
   Sonra iş bölümü yaptık. Bizim yurdun önüne iki masa koyduk. Birinin üzerine mangalı koyup yaktık. Öbür masada da hesap alınacaktı.
   Mimarlıkta okuyan İzmirli Erdal Nebol beyaz laboratuvar gömleğini giyerek mangalın başına geçti. Yine İzmirli, Efdal diye hazırlık sınıfı öğrencisi bir arkadaşımız kasaya oturdu. Biz de yukarıda, odada köfteleri hazırlıyoruz. Biz dediğim; ben, Hakan Sonat, Ali Gözlülü ve Hayrettin Soytaş; yani Zonguldaklıların yakından tanıdığı Zonguldaklı isimler.
   Biz gördüğünüz gibi işin gırgırındayız, kendimizce eğleniyoruz. Derken, o da ne? Daha mangalın dumanı tüter tütmez mangalın önünde uzun bir kuyruk oluşmasın mı! Böyle bir şeyi hiç tahmin etmemiştik. Bizim iki kilo kıymanın o kuyruğa yetmesi mümkün değildi!
   Şaşkınlıkla ne yapacağımızı düşünürken, işte o anda ticaretin acımasız ve hiç de etik olmayan kanunu kendiliğinden yürürlüğe girdi; arz ve talep dengesine göre fiyat ayarlaması! Kendiliğinden diyorum çünkü ben dahil arkadaşlarımdan hiçbiri daha önce böyle bir tecrübe yaşamamıştı.; her şey doğaçlama şeklinde cereyan etti.
   Yukarıda pencereden aşağıdaki kalabalığı seyrederken, ticaretin bu kanunu gereğince eski kararımızı değiştirerek yeni kararlar aldık. Buna göre; 1-Köfteler küçülecek, 2-Köfte sayısı 4'den 3'e inecek, 3-Fiyat 75 kuruştan bir liraya çıkacak, 4-Biz köfte yemeyeceğiz, tamamını satacağız.
   Köfteler daha pişmeden satıldı. Hatta kuyruğun arka tarafındakilerden bizi tanıyanlar köftelerin kendilerine yetmeyeceğini düşünerek bizden torpil bile istediler. Köfteleri doğru dürüst pişmeden yiyen bazı öğrencilerin de midesi bozuldu bu arada! Tabii ki köfteler kuyruğun yarısına bile yetmemişti..
   Bu iş bizi bizi çok sarmıştı, iyi de para kazanmıştık. Ertesi gün daha fazla kıyma ekmek alıp köfteciliğe devam etmeye karar verdik o akşam.
   Bu sefer 5 kilo kıyma aldık. Yine aynı uygulamayı yaptık. O gün kazandığımız para neredeyse bir öğrencinin bir aylık burs parası kadar vardı.
   Çok mutlu idik. Para tatlı gelmişti. Daha fazla kıyma alıp daha fazla kazanmayı düşünüyorduk ki; o akşam okulun Sosyalist Fikir Kulübü (SFK) üyesi arkadaşlar geldiler ve bize, 'Kardeş, bu işi artık biz yapacağız!' dediler.
   Onlara karşı gelmemiz mümkün değildi. Boykotlar dahil okuldaki her hareketi yöneten bu arkadaşlardan herkes çekiniyordu. Zira bunlar militan takımıydı ve gerekirse güç de kullanıyorlardı. Organize hareket ettikleri için birkaç kişinin onlara kafa tutması akıllıca bir iş değildi.
   Kısacası köfteciliği bırakmak zorunda kaldık. Bu işi karlı gören SFK bizden aldı, kendisi yapmaya başladı. Ama işi biraz daha ilerlettiler. Yurtların bahçelerine naylondan çadırlar kurdular, köftenin yanına ekmek arası sucuk ve balık da ilave ettiler. Hatta boykot bitip kafeterya ve kantinler açıldıktan sonra bile epey bir süre bu ticarete devam ettiler.''
   Hikaye burada bitti. Şimdi gördünüz mü arz talep kanununun nasıl işlediğini? Bu hikayede bu kanunun bütün maddelerinin kendiliğinden nasıl yürürlüğe girdiği teker teker görülmektedir. Hatta sonunda egemen güçlerin karlı işleri nasıl ele geçirdikleri bile!..
   Zaten arz talep kanununun 1 Nisandan itibaren nasıl çalıştığını hep beraber göreceğiz!
   Peki domates biber patlıcan sorununun çaresi nedir? Çare yukarıda da söylediğim gibi, üretimin, yani arzın tüketimi, yani talebi karşılayacak miktarda artırılmasıdır. Bunun dışındaki, yani şimdi yapıldığı gibi yapılan tüm çözüm arayışları ancak kuyrukları artırır ve karaborsacılığı teşvik eder. 
   Üretimin artırılması için Türkiye bir an önce tarım politikalarını gözden geçirmeli ve üreticiyi desteklemelidir. Başka da çaresi yoktur.
   Daha önce bir tarım ülkesi olan Türkiye'nin bu duruma düşmesinin nedenini aslında daha önceki yazılarımda ayrıntılı olarak anlatmıştım. Ancak burada yanlış tarım politikaları nedeniyle, üretici sınıf olan köylü nüfusun köyleri terk ederek tüketici sınıfa geçiş yaptığını; ve ülke nüfusu içinde köylü sınıfın % 5'e kadar düştüğünü söylemekle yetineceğim.
   Ha bir de üretimin düştüğü ve tüketimin arttığı bir dönemde; tüketici sınıfa, yani soframıza 4 milyon Suriyeli göçmenin  ilave edildiğini de unutmayalım!