Doğma büyüme Zonguldaklıyım. 1949 doğumluyum. İlkokul mezunuyum. 11 yaşımda Soğuksu Pazaryerinde “Küfecilik” yaparak çalışmaya başladım. Sonraları Bağlık semtindeki Tuğla harmanları ve Kireç ocaklarında, daha sonra inşaatlarda ve sonrada meslek olarak elektrik tesisat işlerini öğrendim. Elektrik motor bobinajı sarma ve buzdolabı çamaşır makinesi tamir işlerinde çalıştım. Tüm bunlar dışında maden Ocaklarında 23 yıla yakın işçilik hayatım var. Bunun 12 Eylül. 1980’den sonraki üç buçuk yıllık tutuklulukla beraber 15 yılı TTK işçisi olarak geçti. 1960 lı yıllarda sigortalı olmak çok önemli olduğu ve sigortasız işçi çalıştırmak bugünkü kadar yaygın olmadığı için, sigortam erken yani 15 yaşımda başlam

Neticede 1991 yılında emekli oldum. TTK da ki işim taramacılıktı.

Sosyalizmle genç bir işçiyken, Ruşen Yaraş ve Ömer Ayna sayesinde tanıştım

Ömer Ayna: 30 Mart 1972 de Kızıldere’de 9 yoldaşıyla bombalarla katledildi.

Ömer Ayna’nın abisi Osman Ayna 1970 de, o yıllar PHİLİPS adıyla beyaz eşya üretimi yapan şirketin Zonguldak servis şefi idi. Bende hemen onların bitişiğindeki iş yerinde HOOVER ev eşyaları servisinde ağabeyimle birlikte çalışıyordum ve 1968 de Ruşen yaraş ustamızın önerisiyle katıldığım  “Türkiye İşçi Partisi (TİP)” üyesiydim. Osman abi, kardeşi Ömer’in yanında bir arkadaşıyla İstanbul’dan geldiğini ve benimle tanışmak istediklerini söyledi. Gittim, kısa bir süre sonra yanımıza Ruşen Ustam geldi. Epeyi sohbet ettik. Yanındaki arkadaşının adının “Cihan Alptekin” olduğunu sonradan öğrendim. O da Ömer ayna gibi Kızıldere’de katledilenler arasındaydı.

12.Eylül. 1980 de hem “Türkiye Sosyalist İşçi Partisi (TSİP)” hem “Türkiye Komünist Partisi (TKP)” davalarının sanığı olarak yargılandım.

Yayınlanan beş kitabım ve çeşitli dergi ve gazetelerde 30 dan fazla tarihsel-sosyolojik araştırmalarım yanı sıra değişik gazete ve dergilerde yayınlanmış, toplumsal sosyal içerikli dört yüz den fazla makalem var.

Evliyim üç kızım üç torunum var (dördüncü torunum yolda).

Yazma fikri nasıl oluştu?

Yıllarca ocaklarda yerin altında çalıştım. Bir işçi olarak yaşadığım sorunları da, mücadele deneylerini de, güzel şeyleri de hep not ederim. Bildiri, yazı, haber, fotoğraf, ilgimi çeken bir sürü şey biriktiririm. Sosyalizmle tanışmam beni okumaya sevk etti.

İşçiler olarak sık sık kendi göbeğimizi kendimiz kesmek zorunda kaldığımız için, başını gözünü yara yara yazı yazmayı da, hiç değilse derdimizi anlatacak kadar öğrendik.

Bunları şundan söylüyorum. Yaşadıkların, bildiklerin ve söylemek istediklerin yetmiyor, birde anlatmayı öğrenmek lazım.

1997 yılına kadar Zonguldaklı yazarların kaleme aldığı pek çok kitap yayımlandı. Ama kendin yaz, kendin oku. Ancak Zonguldak işçisi bütün Türkiye nin ilgisini çekecek bir iş yaparsa, 1965,1968 ve 1991 de yaptığı gibi, o zaman bizim hayatımıza doğru bir ilgi oluyor. Ama gelgeç ve çoğunlukla medyatik, yüzeysel bir ilgi. Dışarıdan birilerinin yazdığı da kimsenin hakkını da yemiş olmak istemem ama biraz kulaktan dolma oluyor. Onlar bu hayata yabancı, bizde anlamak isteyene kendimizi, yabancılığı ortadan kaldıracak kadar iyi anlatamamışız. Halbuki Zonguldak’ta yaşanan, Türkiye nin, dünyanın başka yerlerinde işçi sınıfının yaşadıklarından özü itibariyle ayrı bir şey değil. Neticede uzun zamandır bizim gibilerin yazması gerektiğini kafaya koymuştum. Hem “İşçi sınıfının iktidarı için mücadele ediyorum “diyeceksin, hemde kendi derdini başkası anlasın ve anlatsın diye bekleyeceksin. …Bu olmazdı.

Yeraltı işçileri bilhassa kışın, haftanın sadece bir gününde güneş görür. Bu yüzden adını” Güneşe Hasret” koyduğum yayınlanmış bir kitabım var. Bu kitabın notlarını tutarken bende bir yazma eğilimi oldu diyebilirim.

 1998 de yayınlanan ilk kitabımla birlikte o günden bu güne yani 16 yılda Zonguldak’ta çoğunluğu maden işçisi olan ve aralarında Maden Mühendislerinin de bulunduğu 30 a yakın yazar tarafından 70 den fazla kitap yayınlandı…

”Güneşe Hasret adlı kitabımdan önce 1998 de,“Tarihten Günümüze Zonguldak’ta İşçi Sınıfının Durumu” adlı kitabım yayınlandı.

İnsanıyla, tarihsel birikimiyle, doğasıyla, her şeyiyle bu ülke, bu dünya, hazır yiyicilerin, tahrip edicilerin değil; taş üstüne taş koyanların üreten ve yaratanlarındır. “Kendi memleketimizde, düşman kalesinde esir” olmayı örgütlenerek ve eylemli olarak reddetmeliyiz. Emekçilerin itildiği bu zulüm ve köleliğin ötesinde köy yok. Düşmanın gücü işçilerin-emekçilerin örgütsüzlüğüdür, kolektif hafızamızın zayıflığıdır.