Bizim zamanımızda, evlat annesinin, babasının yanında çocuğunu kucağına alamaz, sevemezdi. Feodal yapı gereğiydi bu. Ataerkil aile düzeni böyle istiyordu.
Askere giden evlat, eşine mektup yazamaz; ancak hane tarafına selam yazabilirdi gönderdiği mektuplarında.
Öğrencilik yıllarında, gönül verdiği, sevdiği kızla el ele dolaşmaktan utanırdı gençler. “Seni seviyorum” deme cesaretini bile bulamazlardı kendilerinde.
Şarkı söyleyemez, türkü çağıramaz, bir müzik aleti çalamaz, radyo dinleyemezdiniz o zamanlar. Aşk, sevgi, sevgili öpme gibi şeyler ayıptı. Günahlara değinmiyorum. Baskı altındaydık yani.
Gece sokağa çıkamaz, kahveye gidemez, izin almadan sinemaya gidilmez; aile büyükleri gelmeden evde olurduk. Aksini mi yaptık, mutlaka birileri haber uçurmuştur babanızın, dedenizin kulağına. O akşamınız zehir edilmiştir kısacası.
Sevdiğinizi alamaz, sevdiğinize veremezlerdi. Büyükler “peki” demişse, iş biterdi. Kız kaçırmak, kocaya kaçmak vardı bu yüzden. İntihar edenler köyünü kasabasını terk edenler bile çıkardı ara sıra. Erkek biraz özgür, kızlar kürek mahkûmu gibiydi o zamanlar. Yabancıya kız verilmez, yabancıdan kız da alınmazdı.
Gelin, kaynanasının ikizi gibiydi (giyim-giysi açısından)… 
Kaynatasına hizmetkâr gelin övgüler alırdı. Görümceler, gelin kaynana geçimsizliğinin simgeleriydi. 
Oğlanların boyunları, ana babalarına karşı kıldan inceydi. Geçimsizliklerde kız tarafı, çözümü zorlaştırır; usanan oğlan tarafı, “Bırak ulan, ben sana ondan daha âlâsını alırım” diyerek kesip atardı. Bu tür konular mahkemelere konu olmazdı. Kasabanın hatırlı büyükleri çözerdi bu sorunları…
70’li yılların başından itibaren yıkılmaya başladı tüm bu tabular, yanlışlıklar. Bu konuda geldiğimiz durum gayet açık; her şey ortada. İzleyin televizyon kanallarını, okuyun gazeteleri; şaşacaksınız yukarıda anlattıklarıma.
Şimdiki yaşlılar, dünyanın çivisi çıktı, her şey alt üst oldu. Ne küçük sayıyor, ne büyük seviyor; iletişimimiz-sevgisiz-sevimsiz bir toplum olup çıkıverdik diye yakınıyorlar. Haklı yanları da var.
Eskiler, bu değişimi zamane çocukluğuna verirdi. Ve “Devir sana uymazsa, sen devire uy” diye avunurdu. Kimsenin aklına gelmedi bu günler! Çok değiştik. Değiştik de, güzel huylarımız, hasletlerimiz, paylaşma-yardımlaşma duygularımız zaafa uğradı. Kazandığımız değerleri çoğul kılmak yerine yozlaştırıverdik.
Kuşkusuz benim saptamalarım ve yargılarım buna göredir. Ancak, toplu yaşamın kuralları yoktur diyemeyiz.
Kuralsız bir toplum olmaktan kendimizi kurtarabilir miyiz?
Bu da çok zor görünüyor.