Şunun şurasında kasım ayına bir hafta kaldı. Sözüm ona sonbaharın son ayına giriyoruz ama yaz öyle bir uzadı ki, plajlarda güneşlenip denizde kulaç sallıyoruz hâlâ. Oğlumla her hafta bir başka sezon finali yapıyoruz. Oradaki eş dostlarla, “Hakem sürekli uzatma oynatıyor, final bir türlü bitmiyor” diye takılıyoruz birbirimize. Dışarıda güneş yaz günlerini aratmayan ışıltıyla parlarken, sıcacık Karadeniz’in masmavi sularında yüzmek apayrı bir keyif veriyor. Bu anlık keyiften mutlu muyuz peki? Hayır…
 
Mutsuzuz, bunun küresel ısınmanın sonucu olduğunu biliyoruz çünkü. Bilim insanlarının uzun yıllardan bu yana dikkatini çektiği tehlike tüm biçimleriyle kendini gösteriyor artık. Sıcaklar belirgin düzeyde arttı, yağışlar azalmakla kalmadı tam da uzmanlarının dediği gibi rejimi de bozuldu. Uzun kuraklık sonrasında gelen yağmurlar felakete dönüşüyor hızla. Yaz ortasında ceviz iriliğinde dolu yağıyor. Kirlenen denizin tıpkı kimyasal gübrelerle zehirlenen toprak gibi bereketi de kalmadı…
 
BİZZAT, DEVLET, İKLİM KRİZİ YAŞANDIĞINI İFADE EDİYOR
“Hava sıcaklıklarının artışı, karbondioksit oranının yükselmesi, buzulların erimesi, fırtınaların artması, kuraklık ve çölleşmenin artışı artık herkesin kabulleneceği netlikte iklim değişikliği gerçeğini ortaya çıkarmıştır.” Meteoroloji Genel Müdürlüğünün internet sitesinden aldım bu cümleyi, noktasına dokunmadan da buraya koydum. Bizzat, devlet, yaşanan iklim krizini açıkça ifade ediyor yani. Aynı devletin öbür birimleri, krizi derinleştirecek bir sürü işe imza atmayı da sürdürüyor…
 
Pek çok grafik de var aynı sayfada. Bir tanesi, sanayi devriminin yaşandığı 1860’lardan günümüze sıcaklık ortalamalarını gösteriyor. Tablodaki grafik çubuğu, tıpkı havadaki karbondioksit oranı gibi füzelenerek yükseliyor. Her iki grafiğin aynı şekilde yükselmesi, sera gazı yayan yatırımların, küresel ısınmanın en esaslı nedeni olduğunu da gösteriyor. Hemen devamında buzulların erimesiyle ilgili görseller tabloyu tamamlıyor, yaşadığımız tehlikeyi, en iç karartan şekliyle koyuyor ortaya…
 
DARAĞACINA KOŞAR ADIM GİDEN İDAM MAHKÛMLARI GİBİYİZ
Tüm canlıların yaşamını tehdit eden olaylar şöyle gelişiyor. Termik santraller başta kirli teknoloji ürünü yatırımların saldığı karbondioksit, ozon gibi sera gazları, su buharı ve metanı da yanına alarak 11 km yüksekteki troposferde toplanıyor. Oluşan katman, yerkabuğundan yansıyarak uzaya yayılması gereken güneş ışınlarını tutarak dünyayı ısıtıyor. Ben değil bilim insanları söylüyor: “İklimdeki bu ani, aşırı ve sert değişimler 30-40 yıl sonra tarım yapacak toprak, yaşanacak yeryüzü bırakmayacak…”
 
Kopacak kıyametin tüm alametleri belirdi ama derin uykulardayız hâlâ. Darağacına koşar adım giden idam mahkûmları gibiyiz.  Altından bin kat değerli Alaplı ormanlarında maden arıyoruz hiç utanmadan. Arsızlık yapıp Filyos Irmağı’nın sabırla oluşturduğu bereketli topraklara beton döküyoruz. Santral üzerine santral kuruyor, doğanın en cennet köşelerinde taşocakları açıyoruz. Sahi ne yapmak istiyoruz biz? Gelecek kuşaklar, “Yahu bu ne şuursuzluk, nasıl bir aymazlık” diye sormaz mı adama…