Ayak seslerimizin yankılandığı maltadan koğuşa girdiğim sırada gözüme ilişen ilk şey bu yazı oldu…

“Bugün günlerden… Kimin umurunda”

Öyle ya, çek yok, senet yok, maaş yok, pazartesi sendromu yok, hafta sonu tatili yok…

Dün günlerden pazar oldu da ne oldu?

Bugün pazartesi de çok iş oldu!

Esaret adamı filozof yaparmış…

Neredeyse konuştuğum herkes feleğin çemberinden geçmiş, cezaevinin soğuk duvarlarında kavrulmuş, özgür kalacakları günün hayaliyle yaşama tutunan insanlar…

Tecavüz kaçınılmazsa zevk almaya bakacaksın derler ya…

Ben de öyle yaptım…

Devrek Açık Cezaevi’ne gittiğimde karşılaşacağım tavrı bile bile girdim nizamiyeden…

Yaklaşık 5 ay önce 1 günlük cezaevi hikayemi yazarken nasıl hesapsız yazdıysam bugünde aynı düşüncelerle yazıyorum…

“İyi bir gazeteci aynı zamanda iyi bir gözlemci olmalı” düşüncesinden yola çıkarak kaleme aldığım “Zalım gardiyan” başlıklı köşe yazımdan pek de hoşnut olmayan gardiyan arkadaşlar zaten haftalar öncesinden gerek sosyal medya üzerinden gerekse ortak tanıdıklarımız aracılığıyla “O bir daha bu cezaevine gelmeyecek mi?” şeklindeki mesajlarını gönderiyordu…

Sırf gardiyan arkadaşların hatırları kalmasın diye başka cezaevine teslim olmak yerine inatla Devrek Açık Cezaevi’ne teslim oldum…

İçeri girdiğimde ilk karşıma çıkan 1.90 boyundaki gelene geçene bağırıp çağıran bed sesli gardiyanın ilk sözleri başıma geleceklerinin habercisi gibiydi…

-Ooo geldin mi, 1 günde ne gördün de ne yazdın?

-Ben bir gün yattım ama bu cezaevinde 1 yıldır yaşayan insanlar var…

-Burada 3 kişi bin kişiye nöbet tutuyoruz onu da yazacak mısın?

(Bu arada etrafımızda toplanan diğer gardiyanlar, “Muhatap olma” diyerek bizim ufaklığı yüreklendiriyordu)

-O yazıda personel yetersizliğini de yazmıştım, yine yazarım…

-Ben seni C-12’ye vereyim de ceza nasıl yatılıyormuş gör…

-Sen beni tehdit mi ediyorsun… İstediğin yere ver… Taşın üstünde de yatarım… Buraya bunları yaşayacağımı göze alarak geldim. Ayrıca bu sohbet hiç adil bir sohbet değil… Gün gelir daha adaletli bir ortamda konuşuruz…

Eee her horoz kendi çöplüğünde ötermiş…

Şimdi konuşma sırası bende…

O gün de dedim bugünce söylüyorum…

İşlerinin ne denli zor olduğunu biliyor, görevini yasaların kendilerine verdikleri sorumluluk çerçevesinde yapan gardiyanların hakkını teslim ediyorum…

Ama yazdıklarımdan alınganlık gösteren bu ve diğer birkaç arkadaşımızın bir karın ağrısı var demek ki…

İnsanın olduğu her yerde bir hikaye var…

Bir gazeteci olarak para versem giremeyeceğim bir yerde yaşanan insan hikayelerini, olumsuzlukları yazmasaydım kendimden şüphe ederdim…

Gardiyan arkadaşlar yırtık ve kokan bir battaniye dışında hiçbir şey(nevresim, yastık) vermeyerek, genellikle uyuşturucu bağımlısı müptezellerin kaldığı C-Blok’a beni vererek kendilerince intikam alıyorlardı ama bir gazeteciye yapabilecekleri en büyük kıyağı yaptıklarının farkında değildiler…

Koğuştan içeri girdiğimde esen soğuk rüzgarlar 5 gün boyunca olacakların hava tahmin raporuydu…

Ama öyle olmadı…

İstanbullu Tuzlu Bekir Kepçe’yi, Turgay Dede’yi, Habip Ağabey ve diğerlerini nereden tanırdım yoksa…

“Allah düşürmesin” derler ama kimin ne zaman düşeceği de belli olmaz hani…

Bugünlük benden bu kadar ama yarın size cezaevi jargonu, içerde yapmanız ve yapmamanız gereken şeyler, atmosfer, yemekler ve merak ettiğiniz her şey hakkında küçük tüyolar vereceğim…

Dile kolay 5 gün yattık… İzin verinde 2 lafın belini kıralım…

He şeye rağmen günaydın özgürlük…

Sağlıcakla kalın…