Zor zamanlardan geçiyoruz, babanın oğula, kardeşin kardeşe sarılmasından vaz geçtim dokunmasının bile kötülük sayıldığı zorun da zoru zamanlardan… Dün doğru denen ne varsa hepsi yasak şimdi bize… Sosyalleşmek, kalabalıklar arasında bulunmak, insanlarla temas içinde olmak önemli değerlerdi eskiden… “Sağlığınız için hareketliliğinizi artırın” deniyordu, “Koşun, bisiklete binin, yürüyün, pazara gidin…” Şimdi “Hiçbirini yapmayın” deniyor, en sevdiklerinizden bile uzak durmamız öğütleniyor… “Bir araya gelmeyin, yan yana durmayın, ele ele tutuşmayın, öpüşmeyin” deniyor…
 
Üç mikronluk virüs tüm yaşamımızı değiştirdiği gibi hayata dair derin sorgulamaların içine attı bizi… Birileri çok itiraz edecek olsa da, doğru diye öğretilen çok şey tarihin çöplüğüne gidiyor artık… Yeni anlamlar, yaşam biçimleri aranıyor…Anladık ki, “Namus” diye öğretilen hudutlar, birilerince uydurulmuş eğri büğrü çizgilerden ibaret mesela… Doğanın hiç böyle bir derdi yok çünkü… Sular aynı çağıltıyla akıyor sınır taşları arasından, kuşlar o ülkeden bu ülkeye özgürce kanat çırpıyor… Yağmur, kar aynı şiddetle yağıyor mayınlı alanların üstüne, rüzgâr pasaport göstermeden esip geçiyor…
 
YURTTAŞLARDAN VİRÜSLE MÜCADELENİN MADDİ KAYNAĞINI OLUŞTURMASI BEKLENİYOR
Kimileri de ısrar ediyor… Dini, dili, ırkı, coğrafyası, ne olursa olsun herkes aynı gökyüzünün altında, aynı görünmez düşmanla boğuşurken, böyle bir şeyin mümkün olmayacağı bilindiği halde “Sorun küresel, çözüm ulusal” sloganı dillendiriliyor mesela… Kof hamasetin tutsağı edilen ülkeler kendi içine kapandıkça kapanıyor… Uluslararası işbirliklerinin en çok lazım olduğu zamanda herkes bilgi gizliyor birbirinden, başkaları için yaşamsal önemdeki malzemelerin dolaşımı engelleniyor… Sorunun bizzat kaynağı olan sistem kendini korumanın telaşındayken, embesil siyaset dukalığını korumaya çalışıyor…
 
Yetinilmiyor, küresel bir salgınla sözde mücadele edilirken, salt “ekonominin çarkı dönsün” diye her şey insanların sağduyusuna bırakılıyor… Kendi OHAL’ini ilan ederek, toplumdan, kendi kendini izole etmesi istenen yurttaşlardan virüsle mücadelenin maddi kaynağını oluşturması bekleniyor bir de… Resmi açıklamaların dışında ulaştıkları bilgiyi haber yapıp, topluma duyurmak isteyen gazetecileri apar topar ifadeye çekerek “kahhar” yüzünü gösteren devlet, başta maske, eldiven ve dezenfektan malzemeler olmak üzere, pek çok ürünün 10-20 katı fiyatla satılmasını yalnızca seyrediyor…
 
HERKESTEN YETENEĞİNE GÖRE, HERKESE İHTİYACI KADAR
Adına piyasa denen put “Bırakınız satsınlar” diyor çünkü…   Haramilerin “Postmodern zamanların tanrısı” ilan ettiği “serbest piyasa”, punduna getirenin, elinde tuttuğu malı dilediği fiyata satıp, ederinin gırtlaklara basa basa alındığı bir ilkelliğe karşılık geliyor… “Kâr ille de kâr” hoyratlığı ve amansız “sömürü” üzerine kurulu kapitalizm, insani değerlerin hiçe sayıldığı bir ahlaksızlığın adı olarak çıkıyor karşımıza… Yaşadığımız uğursuz günler öğretiyor ki, emekçilerin teri üzerinde yükselen anamalcı düzen, insanı insanın kurdu yapan acımasızlıktan başka bir şey vaat etmiyor insanlığa…
 
Spartaküs’ten yıllar önce, “Güneş şehrini” (Heliopolis) kurmak için ayaklananPergamonlu Aristonikos “Aynı güneş altında eşit olarak bölüşülmeliydi ekmek” diyerek başlattı eşitlik kavgasını… İnsanlığın ilk umudu, toplumsal adalet, özgürlük özleminin ilk adımıydı… Aradan geçen binlerce yılda nice kavgalar verildi bu uğurda, filozoflar ciltler dolusu kitap yazdı… Uzun arayışlardan sonra “Savaşsız, sınırsız, sömürüsüz bir dünya” hedefi çıkarıldı ortaya… Bayrakların üstüne “Herkesten yeteneğine göre, herkese ihtiyacı kadar”  belgisi yazıldı… Bana sorarsanız şimdi bu hedefe yürüme zamanıdır…