O kadar çok sorun var ki şu kendini tavaf edercesine döndüren dünyada. Hangisine yanacağını, hangisinin dermanını arayacağını şaşırıyor insan. Görmezden, duymazdan, bilmezden gelme eğilimlerinin altında kim bilir belki de korku, belki de hiçbir işe yaramayan hassasiyetinizin canını okuyan bakış açıları gizli. Büyük balıklar küçük balıkları yemeye başladığından beri, umutsuzluk yalnız başına bir yol arayışında seyrediyor galiba…
Bu gezegenin sadece içinde yaşayan bir canlısı olduğunuzu düşündüğünüzde, ha kutuplarda yaşamışsın, ha Karayipler de. Kimse kimsenin umurunda değil aslına bakarsanız. Ve yine hiç kimse kendini yok sayarak bir başkası için harcamıyor mesaisini. Bazen vicdanınızın zorlamasıyla kendi ekseninizin içinde ki olaylara kaldırıyorsunuz başınızı, daha o anda sağlı sollu geliyor gerçeğin tokadı.
Adına sistem denilen sistemsizliğinde sistemi çöküyorsa zihninizde, çoğunluğun gölgesinde kimyanız ister istemez şaşırıyor rotasını. Direnmek boşa kürek sallamanın gölgesi oluyor ne yazık ki.
Bu dünyanın genetiğinde kol gezen adaletsizliğin eşitsizliğin bu canavarın başını ezebilecek bir güç var mıdır dersiniz. Azınlık çoğunluk kavramlarının birbirine düğümlenmesi neticesinde eğer var olduysa bu sorunlar, bunlardan arınabilmek ve hakkaniyetli bir işleyiş sağlayabilmek mümkün olur mu neticede. Peki, şu büyük balıklar gerçeğini nasıl görmezden gelebileceğiz.
Doyumsuzluk duygusunu damarlarında besleyenlerle nasıl baş edebileceğiz.
Birlikten doğan kuvvet neden başını alıp gitti dersiniz. Bu gün içinde yaşadığımız dünyanın her bir yerinde her bir yanında birbirine paralel sorunlar yaşanmıyor mu? Kendi coğrafyamızdan, kendi penceremizden gördüklerimiz kadar değil elbette, dahası da var ve hatta çok daha fazlası var.
Ya kapımızın önünü temizlemesini bilmiyoruz ya da temizlemekten korkuyoruz ve her geçen gün katmerlenerek çoğalan bir vurdumduymazlığın pençesine teslim ediyoruz kendimizi. İnsanoğlu canavarlardan yaratıklardan değil, yine kendisi gibi insan olanlardan korkuyor, ne acayip bir gerçektir ki bu ürkütüyor insanı. Vahşi hayvanların bile hakkından gelebilecek kadar üstünlüğe sahip olan insanoğlu, kendi ırkındaki vahşilik karşısında sus pus olup sindirilme eğilimine büküyor boynunu.
Ne den aciz kalıyor ve neden yaşam hakkının eşitliğinde birleşemiyor insanoğlu. Menfaatler çıkarlar gibi insanlık dışı kavramların işleyişine neden dur diyemediğini eminim bu uğurda başı çekenler bile bilmiyorlardır.
İçlerinde büyüttükleri kin öfke çıkarlar söz konusu olduğunda geri adım atabiliyor oysa. Savaş ve barış bu iki kavramın birbirinden hiç ayrılmaması da ilginç. Savaşa ihtiyaç duydukları her an ve bunu uygulamaya başladıkları her an barışı konuşmaya başlıyorlar. Dünyanın dört bir yanında insana hayvana doğaya yapılan katliamların ne faydasını görüyor savaş yanlısı olanlar aklım almıyor.
Toprak paydalarının arsızlığa dönüşen ve hırsı körükleyen doyumsuzluğunun beraberinde kaç cana mal olduğunu umursamayanlar ve bu komutu acımasızca verenler kendileri, kendi canları söz konusu olduğunda geri durma yüzsüzlüğünde bulunabiliyorlar. Kendilerine göre başkalarının canlarından zafer kazanmanın pişkinliğiyle de övünebiliyorlar ne yazık ki.
İnsanoğlunun beynini zihnini yine bir başka insan kendi önceliklerine göre programlayabiliyor. Ve insanlar bir anda akıl kumandasıyla çok kolay şekillenebiliyor. Ne yükleniyorsa beyne ne emrediliyorsa onun savunucusu ve onun savaşanı olabiliyor örneğin.
Robotlaşan, sorgusuz sualsiz emredileni yerine getiren insanlardan ve o insanların evcilleştirdiği hayvanlardan böyle bir dünya çıkıyor meydana.
Yaşaması güzelken çekilmez hala dönüşen bir dünya. Eşitsizliğin hakkaniyetsizliğin arsızlığın kol gezdiği bir dünya! Peki, mimarisi kim bu kendi kendine dönen dünyanın ve içindeki işleyişin. Kimden kaynaklanıyor içindeki çirkinlikler, içindeki savaşlar ve yine içindeki canilikler. Güzelliklerin üstünü çirkinliklerle örtme eğilimimiz, barışın canını savaşlarla çıkartma aceleciliğimiz ne fayda sağlayacak ki?
Ölmek için yaşıyorsak ve bu yolculukta büyük balıklar küçük balıkları yiyorsa, aklında daha güzel bir fikri olan var mı bilmiyorum. Başım döndü tıpkı şu kendini döndüren dünya gibi, kendime dönmekten başım döndü.