Çilekeş bir yolculuğa dönüştürülen yaşam ve iki dudak arasında kobay olan insanlığın çaresizliği!
İki dudak arası diyorum çünkü liderliğe soyunan herkes, bu dünyanın ve insanlığın canını okumuş şimdi yedeğin. Öyle böyle değil harbiden de okumuş yani.
 Ne kıtalar arası savaşlarımız bitiyor bizim, ne de kendi kendimizle olan hesaplaşmalarımız...
İyilikten güzellikten yana, ne varsa dokumuz uyuşmuyor artık.
Kazan kaynatıyoruz fokur fokurve içineattıklarımızla övünmek bizi düzenin bir parçası yapıyor san ki kabul görmenin yolu da bu canilikten geçiyor.
Dünyayı var eden ilahi güç, sonrasında insanlığı öylesine cezalandırmış ki onu kendiyle baş başa bırakarak, ne kadar cani olabileceğini seyre dalmış.
Ne dini öğretiler, söylemler, ne de bilimin gölgesinde yeşeren umut bağladığımız, gelecek diye tanımladığımız yeni nesiller, bu düzeneği değiştirebilsin.
 Sistem yüzünü güneşe dönmeyi reddediyor belli ki.
Dünyanın dengesizliğinden yorulmak da var tabi ki de amma velakin, insanların dengesizliği suçlunun ta kendisi.
Birbirine ihtiyacın olduğu kadarsın bu evrende, bu serüvende, gerisi hikâye.
Zamanın ruhundan olsa gerek” biz büyüdük ve kirlendi dünya” söylemi kirlenmeye de müsait bir dünya imiş aslında gerçeğine tosluyor.
 Bunca kazanın altı yanarken, hangisinden kaçabilecek insanoğlu dersiniz?
Ben ise, bu zamanın kısa bir diliminde, kendi penceremden bakabildiğimce, görebildiğimce yaşama ve insani duygulara dair yazılar karalıyorum.
Çilekeşlikten nasibini alarak, ben de bu dünyanın bitmez tükenmez kederinden farkında olmadan bir hayli beslenmişim doğrusu.
Rehbersiz yol almanın ne denli zor olduğunu, sanırım benim kadar hiç kimse bilemez.
Her zaman söylediğim gibi” kendi kendinin öğretmeni olmak” ve bilmediklerini kendine öğretebilmek, sonrasında da ortaya koyabilmek, cahil cesareti olsa gerek.
 Bu konuda da bir hayli iyiyim, hatta cesaret zenginiyim de diyebilirim. Cesaretim, özgüveninde üstünde doğrusu.
Şöyle geriye düşen yıllardaki birikimlerime baktığımda, bu konudaki tespitimle, doğru analiz yaptığımı düşünüyorum.
Seçtiğim, ya da kaderin yoluma düşürdüğü kulvarlarda, mücadele etmenin kutsiyetini öğrendim, sanırım bu adalet duygusunda ta kendisi.
Yaşamın bu ikinci evresi sayılabilecek vakitlerinde, bu denli çılgınlık yapabilir miydim bilmiyorum. Kimilerince hadsizlik olarak fişlense de ve yine kimilerince görmezden gelinse de “suyolunu bulur” bilgeliğinin ışık tuttuğu bir zamanda , yolumu görebilmekten dolayı mutluyum.
Zaman zaman tereddütedilen her noktada durağanlaşabiliyor insan ve emeğini hayallerini donduruyoryine o acımasız zamanın koynunda. Ta ki o zaman kavramının ışık hızıyla yol aldığına tanıklık ettiğinde ayıyor ancak.
Yaş aldıkça insanoğlu, kadın erkek biyolojisinde yaşlanma farklılığı olsa da aşağı yukarı aynılar anlamında buluşuyor birçok ortak noktada her iki cins.
Bunu neden söylüyorum çünkü yıllar sonrasında da ruh yaşınız hep ergen kaldığından, yorgunluğunuz belki de yılgınlığınız çevresel faktörlerin sizi kurban eden yaptırımlarında gelişiyor,şekilleniyorvaktinden önce.
Sizi esir alan aslında dış etkenlerin baskısı ve ona yenik düşen iç dünyanızın zayıflığı.
 Sizi zayıflatan ise bünyenizde başınızı çoğu kez belaya soksa da duygusal kimliğiniz. Ve bu duygusal kimlik, ileri ki yaşlarda daha hassas, daha otoriter oluyor.
Gençli yaşlarda takılı kaldığımız ergen hassasiyetini, bu defa yaşlılık evresine giriş yaparken yaşıyoruz ve bu gözlem, kadın erkek cinsinde eşitliğe işaret ediyor duygular üzerinde.
Erkeğin o sert duruşu ve hükmedici gücü nasıl azalıyorsa ileri ki yaşlarda,kaybediş olarak nitelendirdiklerinin pişmanlığında bir kadının ruhuna gelip yerleşebiliyor.
Ruh arsızlığı çok zor teslim oluyor yaşlılığa ve daha çok direniyor yaptırımlara. Oysa geçip giden zamanı ziyan edişin telafisi yok!
İnsan ilişkilerinin her daim zorluğunu deneyimlemiş biri olarak, sivri uçlarını ne kadar erken törpüleyebiliyorsa insan, o denli üzülme yıpranma olasılığını da aza indirmiş oluyor kanımca.
O şekillenişin bedelini öderken, kaybettikleriniz var ya, işte onlardı asıl hazineniz.
Çok ödün vermekle, gereğinden çok övünmek arasında debelenmek, ortasını bulmakta zorlandığımız doğruların şifresini gizliyor. Doğru şifreyi bulabilmek, se olası değilmiş çünkü zamanın ruhuna göre hep yeniden şekilleniyor.
Sizi siz yapan tüm değerleriniz, sizi hayallerinizle buluşturacak olan gerçeğinizmiş meğer.
Beden yıpransa da bilirim, ruh her zaman arsız ve direniyor zamana.
 Ta ki zamanın sonu geldiğinde yaptığı gibi alıp başını gidiyor bedenini kendi kaderine terk ederek.
İki dudak arasından çıkan sözlemi bilinmez ama yine istem dışı yok oluyor insan, istem dışı ve zamansız…Ve kazanın içinde buharlaşıyor…