İçini yakan, oyuk oyuk eden büyük acıları nasıl anlatabilir ki ki insan? O büyük yangını, kanını donduran, kınsız bir bıçak gibi içine işleyen poyrazı hangi sözcüklerle dile getirebilir ki? Hele hele yitip giden, dilin en büyük ustalarından biriyse, hangi sözcük merhem olabilir ki yaraya? Yazı hevesi peşinde bir ömür harcamaya teşne bencileyin bir heveskâr, bu ağır yükle, koca çınarın ardından hangi tümceleri yan yana getirmeye cesaret edebilir ki? Yaşar Kemal öldü. Dilimiz kekeme kalmadı yalnızca, söz varlığımızın, destanlarımızın, kılamlarımızın da boynu bükü kaldı. Dengbejlerin çağcıl sesi dindi, gövende durmuş insanların allı, morlu mendilleri soldu havada…

 

Yaşar Kemal öldü. Yan yana kolayca geliveren bu üç sözcük, bir çağ yangınının anlatıyor aslında…  Bir asır boyunca, “Halklar kardeş olsun, Anadolu’nun tüm renkleri en güzel tonlarıyla kıyamete kadar yaşasın, tek bir harf, tek bir sözcük, tek bir inanç kendini yalnız hissetmesin bu topraklarda” diye çarpan deli yürek durdu… Barışa adanmış bir ömür, eşitlik, özgürlük için çekilen onca kahır, geriye göz kamaştıran bir ışıltı bırakarak yürüdü bir başka sonsuzluğa… Yaşar Kemal öldü. Türkiye halkları yaşayan en büyük evladını, Türk dili Anadolu’nun kadim seslerine hayat veren bir büyük ustayı, edebiyatımız en büyülü anlatıcısını yitirdi…

 

ABDİ AĞALARA KALMAYACAK BU DÜNYA

Yaşar Kemal öldü… İnce Memed dağlarda dolaşan bir yalnız eşkıya şimdi… Baharı selamlamaya hazırlanan Çukurova toprağı nasıl da mahzun… Fırat suyu tam da barışa kavuştuk derken kan akıyor bir kez daha, Anavarza kayalıklarında bitimsiz bir ağıt yankılanıyor… Yaşar Kemal öldü… Deniz küstü, üç Anadolu efsanesi Binboğlar efsanesine ağdı ve yetmiş iki milletin aynı sızılı sesle okuduğu bir mitologyaya dönüştü sonunda. Patlayan tomurcuğu eline alan Halil dünyanın bütün dillerinde haykırıyor yorgunlukla: “Geldik ya, indik ya…” Yaşar Kemal öldü, timsah gözyaşı döken firavunlar boşuna sevinmesin, Abdi Ağalara kalmayacak bu dünya… Zulümleri arttıkça zeval bulamayacaklar çünkü…

 

Yaşar Kemal öldü… Hepimiz biliyoruz ki, o dünyanın her dilinde yaşarken, ona bu ülkede zulmedenler ilençlerle anılacak… Romanlarındaki ırgatlar, toprağı nakışlayan eller, barışı söyleyen diller bir onur anıtı olarak kalırken yarına, zalimlerin, o yazmadıysa eğer adını anan bile olmayacak… Anlatmaya doyamadığı coşkun dererler gibi yüzyıllar boyu çağlayacak Anadolu halklarının tüm dillerinde… Sisli dağlar, bin bir çiçekli ovalar gibi adını ananın esin kaynağı olacak… Yaşar Kemal öldü… 92 yıllık yaşamın özeti olarak, “Romanlarımı okuyan bir karıncayı bile ezmesin” diyen insan soylu bir ses kaldı geriye…

 

HERKESİN İÇİNİ YALAYAN BİR İNSAN SICAĞI OLACAK

Yaşar Kemal öldü… Gözleri kocaman çocuklar için bir hayat pahasına mücadele eden o iyi insan, evren dolusu sevgi bırakarak geride, o güzel atına bindi, çekip gitti… Çakırcalı dikenleri öksüz kaldı bu ellerde… Her yanı saran yarpuz kokusu esen sert poyrazla dağıldı. Türküler acılı bir ağıt olarak vardı dağın öteki yüzüne. Yaşar Kemal öldü… Hayır ölmedi… Bir başka boyuta geçti yalnızca… Anadolu efsanelerinin, masallarının peşinde, bir başka efsaneye dönüşerek devam ediyor yolculuğa… Altı anakaranın insanların cümle kurduğu her parçasında okunacak adı… Yazdıkları dilden dile herkesin içini yalayan bir insan sıcağı olarak dolaşacak…

 

Yaşar Kemal öldü. Kökleri Anadolu’nun derinliklerindeki ulu çınarımı, dilimin koca ustasını kendi sözleriyle uğurluyorum yıldızlara:   "Ben çocukların akıllarına temiz, yıpranmamış yüreklerine güveniyorum. Bundan sonra herkes savaş kılamlar söyleyecek, yetmiş iki milletin dengbejleri.  Yetmiş iki milletin insanlar da onları dinleyecek. Savaş yapmak isteyen insanlıktan çıkmış insanları yetmiş iki milletten kimse insandan saymayacak, onların yüzlerine bile kimse tükürmeyecek. İnsan öldürenin dört kitapta katli vaciptir diye kimse demeyecek, çünkü insan öldürmek ne için  olursa olsun insan öldürmek kimsenin aklından bile geçmeyecek İşte böylece insan insan olacak..."