O, hep Can Bey’di benim için. Öğrencileri “Can Hoca”, “Can Baba” da dediler, diyorlar ama, benim için Can Bey adı, hep olumlu ve  iyi anlamlar taşımıştır her zaman.
“Tepede tıpkı  bir kartal yuvası / Uzaklardan gülümser bize Çelikel”. Can Bey deyince ben hep bu iki dizeyi anımsarım. Müzik öğretmenimiz Ethem Bey (Köse Etem) öğretmişti bu dizelerle başlayan Çelikel marşını bize. Aklımda elli yıl sonra bu ilk iki dize kalmış.
Can Bey de bir kartaldı bizim için. Hep üstümüzde uçan müşfik bir kartal gibiydi  o.   Mavi gözleriyle hepimizi tek tek gözleyen ve koruyan her tehlikeden. Adını, okulun ilk günü öğrendiğimiz önder öğretmendi Can Bey. Rahmetli İhsan ağabeyimin de öğretmeni idi o. İki kardeş arasında da sevilen, sayılan özel bir yeri vardı Can Bey’in.
*****      
 “Çelikel’e Veda” adını verdiğim bu dizeleri ben 1961 yılının Mayıs ayında kağıda dökmüşüm. Lise 3’te iken. Yani okulun son günlerinde.
                Sevinçle koşarız biz Çelikel’e / Bezenir aklımız bilim kültürle / Kalplerimiz birdir emelimiz de / Seslenişim sanadır dinle Çelikel.
                Daha çocuk idim sana gelende / Ne zaman geçti bu kadar sene / Ayrılık vakti geldi diyende / Kalbimde sonsuz hüzün Çelikel.
                Alışmıştık her sabah koşardık sana / Sıralar kara tahta hepsi aşina / Beni yetiştiren sayın hocama / Elveda demek vakti geldi Çelikel.
                Ufkumuzda yeni bir gün doğarken / Ayrılığın hüznü kalbe dolarken / Hocalara dostlara elveda derken / Selam sana irfan yurdu Çelikel. 
Biraz  güç-bela okuyabildiğim, bu nedenle de gecikerek bitirebildiğim Çelikel’den ayrılırken bu duyguları yaşamıştım yoğun olarak…Beni yetiştiren hocaların başında da Can Bey geliyordu  kuşkusuz. Ne demekti okulundan ayrılmak? Güvendiğimiz bir sığınaktı Çelikel. İşte oradan zorunlu olarak uzaklaşmak,  sanki eksiltiyordu genç yaşların insanını. Öfkelerin, sevinçlerin, sevdaların yaşandığı, binlerce anının barındığı, “Hani dile gelseler!” dediğimiz o kalın duvarlar arasında olamamak bir daha… 
Bu dizelerin yazıldığı aydan bir yıl önce 27 Mayıs’ı yaşamıştık. Bu benim gördüğüm ilk ihtilaldi! Sonraki süreçte iki tane daha görecek, yaşayacaktık. Sabah uykulu gözlerle inmiştim trenden. İlk gözüme çarpan da eski istasyon binasının yanındaki büfenin önünde, insanların radyo dinlemek için öbeklenmeleri idi. İçimden “Bu saatte de miting mi olur yahu!” diye geçirmiş, okul yoluna doğrulmuştum. O sırada aynı sınıfta okuduğumuz Hilmi (Kara Hilmi), “Hamit! İhtilal oldu, ihtilal!. Duymadın mı?”diye bağırmaz mı? Duymamıştım gerçekten. Ama bu söz üzerine havalara yükseldiğimi anımsıyorum o anda. Hoplaya zıplaya okula gitmiştik birlikte. Ama okulun kapıları kapalı idi.  
Öğrenciler okulun önünde birikmiş, bekleşiyorduk. Biraz sonra  müdür Rahmi İder göründü.  Bir-iki öğretmen ve müdür yardımcısı vardı yanında. Tedirgin bir hali vardı müdürün. Bize bir konuşma yaptı. “Evinize gidin!” dedi son olarak. Hiç kimse kıpırdamadı yerinden. Bütün öğrenci topluca duruyorduk. Biraz sonra Can Bey çıktı öne. O da bize bir konuşma yaptı. Sonunda o da “Evinize gideceksiniz, ancak topluca değil,  küçük gruplar halinde!”dedi. Biz geriye dönüp, denilen şekilde evin yolunu tutmuştuk. Can Bey farkı, bu iki öğrenci davranışında yatıyordu  aslında…
*****    
Can Bey sadece bir öğretmen değildi biz öğrencileri için. Onur ve gurur duyduğumuz bir kişilikti, kimlikti o.  Bayram resmigeçitlerinin en anlamlı tablosu onun geçişi idi kuşkusuz. Hele şeref tribünü önünden geçişi ise bir büyük gösteri idi her zaman. O upuzun boyu saran siyah takım elbise. Baş dimdik.  Geniş göğsü ilerde. Kolları  pantolon dikişi hizasında yanlarda. Elleri, yere saplanmağa hazır birer hançer. Uzun bacakları toprağı, betonu rap rap döverek yürüyor geniş adımlarla. Bugüne kadar bir örneğini daha görmedim Can Bey’in resmi geçit yürüyüşünün. Caddenin iki yanındaki insanlar yada tribünler yıkılırdı alkıştan…
Can Bey spor, Can Bey güven, Can Bey güç, Can Bey sağlık, Can Bey insan olmak, Can Bey  adam olmaktı öğrencileri için.  Cumhuriyet yönetiminin erdemlerine inançlı bir kişilik. Atatürkçü bakış açısı, gelişmiş bir yurtseverlik duygusu. Bunları Can Bey anlatmıyor size. Siz onun ve diğer öğretmenlerinizin yaptıklarını izleyerek varıyorsunuz bu sonuca, benimsiyorsunuz. Can Bey adı, giderek  M.Çelikel Lisesi ile özdeşleşiyor gözünüzde. Bu olguların oluşmasında daha geride nice değerli öğretmenimiz de vardı kuşkusuz. Onların da hakkını  teslim etmek gerekir burada. Zonguldak’ın biraz aydınlık yüzü,  onların  da büyük çabaları ile oluşmuştur bana göre …  
Bizim üniversiteye girdiğimiz yıllarda merkezi sistem yoktu. Her fakülte kendi kontenjanını kendi ilan ediyordu. Ben ilk kazandığım Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesi (DTCF)Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü’ne yaptırdım kaydımı . Bu bir aylık kayıt döneminde öğrencilerin gözleri bu kontenjan listelerinde olurdu hep. Öğrenci sözgelimi Ziraat Fakültesine kayıt yaptırdı. Ama on gün sonra Fen Fakültesi kontenjan listesinde adı çıktı. Öğrenci Ziraat’ten kaydını alıp, hemen Fen Fakültesine geçebiliyordu. Ben üç-dört okul değiştiren öğrenci gördüm kayıt sürecinde. Bu arada benim de Hukuk Fakültesi kontenjan listesinde adımın çıktığını arkadaşlar haber ettiler. Yapacağım iş, öğrenci işlerinden imza karşılığı kayıt evraklarını alarak Hukuk Fakültesi’ne gitmek ve oraya kayıt olmaktı. Hukuk adamı olmaktı yani. Ama o gün, “Sen ne olmak istiyorsun ?” diye bir soru sordum kendime. “Ben iyi bir edebiyat öğretmeni olacağım!” yanıtını aldım ve gitmedim Hukuk Fakültesine. 
Bitirdim okulu, askerliği ve geldim Fener Lisesi’ne edebiyat öğretmeni olarak..“İyi öğretmen” nedir diye sorsalar bir çok tanımı yapılır, yazılır kuşkusuz. Ben kendi çabalarımla “iyi öğretmen” olmaya çalıştım. Kendi öğrencilik anılarımın ve öğretmenlerimin aydınlığında, ayrıca birlikte çalıştığım öğretmenlerin tutum  ve davranışlarını izleyerek. Tabii ki en çok öğrencilerimden öğrenerek.
Can Bey ile böylece meslektaş da olduk. Aynı kentte ve yakın okullarda. Bu duyguyu ben İ.Behçet Kalaycı ile birlikte de yaşamıştım. O da benim Çaycuma Ortaokulu’ndan Beden Eğitimi öğretmenimdi. Emekli olmakla öğretmenlik bitiyor mu? Hayır, bitmiyor. Herkes kendi branşlarında bir şeylerle meşgul olabiliyor. Can Bey gibi hala yaşadığı kentin sporuna, sporcularına katkı sağlamak için uğraş verebiliyor. Bilgisini, deneyimini genç kuşaklara aktarabiliyor.
Şimdi Zonguldak caddelerinde 50 yıl önceki duygularla yaklaşıyoruz Can Bey’in yanına. Hala o öğretmenimiz, biz de hala öğrencisiyiz onun. Bu güzel bir duygu aslında. Yaşanası  bir duygudur başkaları için de. Zonguldak sporunda da  Türkiye sporunda da o bir Can Bey’dir. Binlerce öğrencisinin ve sporcusunun dilinde anlatılan bir efsanedir. “Zonguldak’ın öğretmeni”  ünvanı verilmiş bir öğretmendir Can Bey. “Tepede tıpkı bir kartal yuvası” olan sarı binanın göğsüne nakşedilen bir altın rozettir artık Can Bey..  (Kasım 2008-Zonguldak)