Karga’nın gördüğü darı bitmez’ lâfının, gereği oldu adeta…

Ya da “Perşembe’nin gelişi, Çarşambadan bellidir…”

Başbakanlığının son zamanlarında, ‘inlerine gireceğiz, inlerine’ diyerek, adeta seçim sloganı yaptığı ‘paralel yapı’ ya da ‘cemaat’ diye bilinen ‘Pensilvanyacılar’a karşı taarruzun devamıydı bu operasyon

İktidar’la ‘aynı yolda beraber yürürken’ argo tarifli medya çeşidinde, havuz medyasını oluşturuyorlardı. ‘Ayran içip, ayrı düşünce(!)’, havuz iktidar yanlılarına kaldı. Medyalarının adı da, eleştirilerin odağındaki isim ‘Paralel’ oldu. Medya’daki sac ayağın diğer adı ise ‘holding’ olarak eleştirilerden nasibini aldı.

Kaderin cilvesi işte; sapla saman gibi… Dostlarla düşmanlar karıştı- barıştı…

Paralel’ yakıştırmasına şiddetle karşı çıkan, Zaman grubuna mensup gazetecilerin gözaltına alınmasına, sadece ‘basın özgürlüğü’ açısından bakıp yorumlamak, kamuoyunu yanlış bilgilendirmek olur.

Fotoğrafın tamamında medya, siyaset, muhalefet, hükümetin ve şeffaflık algısı gibi net görüntüler var.

Medya açısından bakıldığında, hafızalarda ilginç anekdot: AKP’nin tarih sahnesine çıkışından itibaren, iktidarın ortağı izlenimini veren işler var.

Ergenekon ve Balyoz davalarının şiddetli savunucusu, KCK operasyonlarının takipçisi, Polis şefi Hanefi Avcı’nın ‘Devrimci Karargâh’ dosyasına sokulması, Nedim Şener - Ahmet Şık tutuklanmasında ‘Gazetecilik zırh değildir’ açıklaması, Dink cinayeti ve Malatya kitapevinin bombalanmasında sağıra yatılması

AKP’nin iktidar yürüyüşünde, hep ‘bir medyadan çok’ olarak ve bir adım önde oldular.

Bu ‘savundukları davayı yaşamak mı, iktidarı kuşatmak mı idi?’ şimdi de tartışılıyor.

Ancak; bu ‘birlikte uygun adım yürüyüş’ün cemaat’e, bürokrasi ve ticarette büyük mesafeler aldırdığı bir gerçek. Ayrılığın ilk günlerinde ‘ne istediler de vermedik’ kızgınlığını dile getiren Sayın Tayyip Erdoğan’ın, sonra ‘bizi kandırdılar’ sözleri de pek rağbet bulmadı. Türkiye şartlarında dokuz seçim üst üste kazanan bir partinin, kolayca kandırılması o kadar basit mi sizce de?

Ancak; son yirmi yıldır, her seçim iktidar’a yakın parti ile ‘yakın temas’ kuran ve cemaatini o paralel de sandığa yönlendiren Pensilvanya, dinler arası diyalog ve cemaatin siyasileşmesi konusunda, kamuoyundan şamar niteliğinde eleştiriler almaya başladı.

Yurt dışı okulların kontrolü ve yurt içi dershanelerin ticari faaliyetleri konusunda, devletin düzenleme isteğine karşı duruş da kamuoyunda makbul sayılmadı.

O zaman ‘Hükümet dik durur dershaneleri kapatırsa, seçim sonrası tartışma biter. Dolayısıyla dershaneler sandığa tesir etmez (21 Kasım 2013) demiştim. Öyle de oldu.

Dinleme kasetlerini de ‘komşu penceresine merdiven dayayıp, yatak odasını röntgenlemek olarak yorumlamıştım. (31 Mart 2014)

Beğendiğim hizmetleri yanında, Cemaatin karşı olduğum yanı; dini irşat’tan çok Partisiz Siyasi Aktör gibi davranması olmuştur. Bir siyasi Partiyle organik bağları yok. Ancak, seçim zamanı sandıkta aynı amblem de birleşebiliyorlar(!).

Aynı yazıda‘Cemaat: Ülke de siyasi mücadele fonksiyonuna Harakiri yaptırıp, sadece cemaat şuuru içinde, tüm partililere açık, dini irşat yapmalı’ demiştim.

Ancak, olmadı.

Diretilmeyen 28 Şubat ve İsrail Operasyonu yiyen Mavi Marmara’ya verilmeyen destekte Pensilvanya’nın kırık notları arasındaydı…

Hükümetle yollar ayrıldı. Ayrılmanın ötesinde, köprüler atıldı, restleşme başladı.

Mit tırlarına baskın, Devleti Uluslar arası platform’da suçlu gösterme taktiği kabul edilip, kamuoyundan tepki çekti. 17 Aralık kalkışması ise karşı duruştan çok, hesaplaşma atağıydı.

İşte, 17 Aralık’ın tam da yıl dönümünde, Cemaat’in medya ayağına yapılan operasyon; bir taraftan rövanş, bir taraftan da ‘beraber yürünen yol’daki haklardan yok saymaydı.

Basın Özgürlüğü’ne darbe’den çok, bir siyasi hesaplaşmaydı bu.

Cemaat’in ‘basın özgürlüğü’ standına sokma gayreti, Uluslar arası şeffaflık örgütlerinden destek bulmaktı. Zaten, Alman/ Berlin merkezli bir şeffaflık örgütü, bu çağrılara hemen kulak kabartmış, yayınladığı acil rapor ile Türkiye’yi 175 ülke arasında eksi beş puan ile 64’üncü sıraya düşürmüştü.

Hedef, yolsuzluk ve basın özgürlüğü konusunda ciddi endişe yaratıp, baskı kurmak, yabancı sermayeyi kaçırtıp, ekonomiyi zayıflatmak

Olaya siyasi açıdan ve siyasetçilerin tarafından bakılınca da karmaşa var.

Önümüzdeki yılın ortalarında genel seçim var.

Milli İrade iki seçim yapacak. 1) Siyasi iktidarın seçimi. 2) Başkanlık sistemi seçimi.

Mevcut iktidarın başı, otomatikman başkanlık sistemine evet diyecek. Erdoğan’dan sonra, kendisine de sıra gelme şansı var. Yani, seçimlere Erdoğan + AKP işbirliğinde girilecek. Muhalefetin(CHP - MHP); operasyon’a karşı çıkmasının nedeni bu Ne İktidar olma hedef ve hevesi ne de Başkan seçilme şansları var!

Havuz Medyası içinde iken, dün ‘F’ tipi dedikleri paralel medya ve Cemaat’i yanına almak gayreti bundan

SONUÇ:

Orta da Barış süreci, yargı bağımsızlığı ve sınırımızda süren sıcak savaş ortamı gibi önemli konular varken

Dış güçlerin ‘şeffaflık algısı’ ve ‘savaş korkusu’ yaratıp,  ekonomimizi zora sokmaya uğraştığı anda, gerginlik yaratacak konular üzerinde durmak değil, sürdürmek ülke yararına değildir.

Hedef; cemaati etkisizleştirmek ya da muhaliflere gövde gösterisi yapmak ve/ya her neyse!.. Toplum belgelerle ve mahkemelerce ikna edilmeli, olaylar yarına sisli-puslu bırakılmamalı. Türkiye’nin demokratikleşme karnesi üzerine operasyon yaptırılmamalıdır.

Üç’e bölünmüş medya içinde, basın özgürlüğünden bahsetmek ne kadar işe yarar bilinmez!

Ancak: Kalkınmış Ülkelerde, sandıktan çıkan (Yürütme - ülkeyi yönetme yetkisi alan siyasetçi) yetkilerini; yargı ve yasama ile paylaştığı…

Basın’ın 4. kuvvet olarak denetleme görevi üstlendiği

Hizmet ve İstikrar’ın sürmesi için, AKP’nin kuruluşunda verilen üç vaat’in (Yoksulluk - Yasaklar - Yolsuzluk) yeniden gözden geçirilmesi gerektiği de… UNUTULMAMALI.