İnsan beyni davranış ve düşünme biçimine göre sağ beyin-sol beyin şeklinde ikiye ayrılır.
Yapılan araştırmalara göre bizler; Beynimizin gerçek potansiyelinin küçük bir bölümünü kullanırız.
Sağ beyin özellikleri
Sağ beyin, görsel ve işitsel konularla ilgilenir.
İnsan, sezgilerinde beyninin sağ tarafını kullanır.
Aynı zamanda sağ beyin lobu, vücudun sol tarafını (organlarını) yönetir.
Görme ve duyma yoluyla öğrenir.
Gerçek üstü hayaller kurar, elbette mecaz anlamlarla.
 
Sol beyin özellikleri
Beynimizin mantıksal kısmı sol lobudur.
Matematiksel işlemlerde başarılıdır.                                                                            
Sebep-sonuç ilişkisini iyi kurar ve analitik düşünme becerisine sahiptir,
Kelime sayı ve sembollerle ilgilenir.
Sol beyin lobu, vücudun sağ tarafını ( organlarını)yönetir.
 
Çok daha fazla şey söylenebilir elbette insan beyni üzerine.
Anatomik yapısını görselleriyle beraber meraklısı olanlar inceleyebilir yeniden.
Okul yıllarında insan beynine dair öğrendiğiniz her ne varsa, yeniden güncelleyebilirsiniz tabi eğer isterseniz.
İşlevi, amacı, önemi nedir diye yeniden gözden geçirebilirsiniz fakat bütün bu güncellemelerden sonra bile sonuç olarak kullanımına dair pek de fazla bir şeyin değişmeyeceğini göreceksiniz, buna hazırlıklı olmanızı naçizane tavsiye ederim. Zira bizim genlerimize kadar işlemiş bir hastalığımız var!
Öğretilmiş çaresizlik!
Yazarlık yolculuğumun ilk yıllarında Mümin Sekman’ın bir kitabını okumuştum “Her Şey Seninle Başlar” ve o gazla bir şeyler karalamaya başlamıştım, sonrası malum işte, kitaplarım ve getirileri meraklıları için yazılı ve görsel basın arşivinde mevcut.
Daha sonra aynı yazarın “Her Şey Beyinde Başlar” Kitabı çıkmıştı ve ben henüz o kitabı okumadan bir tesadüf sonucu TV programında yazarın kendisiyle konuşma fırsatı bulmuştum, bana hiç beklemediğim bir soru sormuştu.
Aşk kalpte mi başlar, beyinde mi?
Hazırlıksız yakalandığım o ilk soruda, duygusal zekâm, mantığımın önüne geçmiş, ( sağ lop) bir de özellikle benim gibi melankolik olanlarımız, aşkı kalp ile içselleştirdiğimizden olsa gerek, kalp gözüyle o soruyu cevaplamış,  yazara göre yanlış cevabı çoktan vermiştim bile.
 Milyonların izlediği o canlı yayında hata yaptığım için yerin dibine girmiştim, günlerce, beynimi olması gerektiği kadar bile kullanamadığım için gereğinden fazla üzmüştüm kendimi.
Sonuç yine hüsran, o çaresiz hastalık ise yine bünyede mevcut elbette.
Mademki her şey beyinde başlıyor, mademki uzmanlara göre beyin kullanım oranında tembel insanoğlu, o zaman biz cesaretimizi korkuya yenik düşürmeye mahkûmuz ta en baştan.
Cesareti olmayan insanlar, yani bizler, o zaman bizi yönetenlere karşı, yenidünya düzenini inşa edenlere karşı her daim korkak olduğumuzu da kabul etmek zorundayız.
Dayatılan her şeye kabul göstermek, zincirleri kıramamak, bütün dünya insanı için geçerli bir tespit olsa gerek.
Malum dünya her köşesinde yaşayan insanıyla, bezgin değil mi kendinden?
Beynimizi kullanabildiğimiz oranda durum tespiti yapmak, düşünce gücüyle sebep sonuç ilişkisi üzerinden ortaya doneler koymak, beynimizi çalıştırıyoruz havasına girmeye yeterli değil sanırım.
Gerçek bir mücadele gerektiren durumlarda cesaret, düşünebilen insanın en büyük silahı, her konuda, her koşulda cesareti olanlar kazanıyor zira. Üstelik beynini çok fazla kullanamayanlar bile cesaretleriyle korku salarak mutlaka kazanıyorlar.
Önce şu korku kısmını halletmemiz gerekiyor. Kimden ve neden korktuğumuzu bilirsek, beynimizdeki korkuyu cesaretimizle yok edebilirsek şayet,  bir şansımız olur belki insanca bir yaşam için.
Dayatılan her şeye kabul göstermek, sadece sınırlı ölçülerde konuşabilmek, fikir üretirken bile ona sınırlar çizmek, ya da sınır çizenlere itaat etmek, bizim zaten çok azını kullanabildiğimiz beynimizden mi kaynaklı, yoksa kabullendiğimiz cehaletimizden mi cesaretsizliğimizden mi?
Öğretilmiş çaresizliklerimizden kurtulabilmenin mutlaka bir yolu olmalı.
Cesaretimiz, korkularımızı yenmeye yetmeli, aksi halde dayatılan her şeye kabul göstermeye devam ederiz.
Biz bazı insanlar, neden beynimizin kullanım hakkını başkalarına veriyoruz ve neden cesaretimizi bilerek isteyerek korkunun eline teslim ediyoruz, inanın bilemiyorum. Bu sadece siyasi arenalar için geçerli değil yaşamın tümü için bu dert biz insanların en ağır yükü.
Başımızın içinde taşıdığımız bir mekanizmanın tamamını kullanmaktan acizsek ki öyle varoluşumuza nasıl daha fazla anlam katabiliriz ki. Bu kullanım hakkı neden gasp edilirde biz bunu hakkıyla kullanamayız.
Cesaretimizin, korkularımızın üstesinden gelmesi gerekiyor. İnsanca yaşam, hatta ölmeden önce iyi bir yaşam her canlının hakkı olmalı. Kötüler neden kazanıyor ve dünya neden kötüye gidiyor.
Öğretilmiş çaresizlik mi (?)  Her şey beyinde başlar mı? Biraz cesaret mi?
Yoksa yaratılış mı?