Zonguldaklı bir avukatın 28 Temmuz 2014 de ;“Karaelmas Gazeteciler Derneği-”(KGD) nin yayınladığı  “Karaelmas Gazetesi” nde verdiği röportajda “ işçiler haklarına sahip çıkmıyorlar” sözü ve ilginçtir, hemen ondan birkaç gün sonra başbakan Davutoğlu’nun Gazetelerde çıkan “ işçiler onlara verdiğimiz hakları korusun” sözleri; 48 yıldır Demokratik Hak ve Özgürlüklerimizin korunması ve daha iyi bir yaşam için hasbel kader mücadele eden biri olarak beni bu satırları yazmaya itekledi.

 “Hak aramak”; teolojik anlamda kutsal bir kelime. Bakalım bu “hak arama” neymiş ve nasıl aranmalıymış?

Bir işyerinde çalışıyoruz, örneğin maden ocağında. Çalıştığımız yerde kullandığımız tahkimat az veya zayıf, az ve zayıf malzeme ile çalışmak bir göçüğe neden olmak yani ölüm demektir. Dışarıdan kompresörle ocağa basılan hava yetersiz, yetersiz hava ortamında çalışan kişi kendini yorgun ve uykusuz hisseder.

Burada çalışan işçi sayısını 50 kişi olarak varsayalım. Yani bu olumsuzluklardan 50 kişi etkileniyor. Peki, bu olumsuzlukların giderilmesi ve can güvenliğinin sağlandığı daha iyi bir ortam için çalışanlar ne yapmalı? 50 kişi önce toplu olarak bunu işverene anlatıyor ama işveren “bugün yarın” diyerek önlem almıyor.

Bir süre sonra işçiler sorunlarının giderilmesi ve kamuoyu oluşturmak için en iyi yolun iş bırakma eylemi olduğunu konuşuyorlar.

Konuşuyorlar ama 50 kişiden 30 kişi bu işe; “ böyle yaparsak hazır işimizi de kaybederiz” diyerek karşı çıkıyor. 10 kişi ise “Bölge Çalışma Müdürlüğüne” gizlice şikayet etmeyi öneriyor. Geri kalan 10 kişi ise işyerine gidip iş bırakma eylemi yapmakta ısrar ediyor.

İşçiler birinci hak aramada bölge çalışmaya giderek işvereni sikayet ediyorlar.

İşçilerin bu şikayeti üzerine iş yerine gelen Müfettişler bir takım tutanaklar tutup gidiyor ama aradan haftalar geçmesine rağmen iş yerinde değişen bir şey olmuyor.

Bu durum karşısında çalışma koşullarının iyileştirilmesi için baştan beri “ Toplu iş bırakma” eyleminde ısrar eden işçiler arkadaşlarının tümünün bu eyleme katılması için ısrar etmelerine rağmen çoğunluk böyle bir eyleme katılmaktan imtina ediyor.

Burada karşımıza iki çözüm yolu çıkıyor. 1- Yasal yoldan hak aramak. Bunun örneğini çok gördük. Hakkını arayanların çoğunluğunu işveren işten atıyor ve bunu yapmakla geri kalan işçilere gözdağı veriyor. 2- İşyerini işgal. Bu eylemde işyerinde iş bırakmaya ikna olmayan işçilere, iş bırakma eylemi yapan işçi arkadaşları tarafından şiddet uygulanması.

Yukarıda verdiğim örnekte, maden işçilerinin eylem –hak arama tarzını toplumun her alanında görebilir ona göre yorum yapabilirsiniz.

Burada asıl olan ortak çıkarları için insanların bir araya gelmesi.

Aynı hakkın gasp edilmesinden binlerce kişi muzdarip oluyorsa o hakkın elde edilmesi veya korunması için de binlerce kişinin tamamının toplu halde hakkını araması gerek.

Ortak hakların korunması-kullanılmasında veya yeni haklar alınmasında; bir gurup sırt üstü yatarken bir diğer gurubun alanlarda gaz, cop, hapis, vb gibi devlet şiddetine maruz kalması ve bir süre sonra elde edilen bu haktan; hiç eyleme katılmayanlarında faydalanması bir haksızlık değil mi? Yani halk deyimiyle “Müezzin soğuk çekecek imam tavuk yiyecek”,öyle beleşe geçinmek yok.

Hem 1 Mayıs’lara “Komünist Bayramı”  diyeceksin, hem de iktidarlar tarafından uzun yıllar yasaklanan ve yasaklandığı yıllar içinde sokağa çıkan yüzlerce insanın; devlet, milliyetçi ve Müslümanlar tarafından kanı akıtıldığı halde birkaç yıl öncesinde yasallaşan  “Komünist Bayramı” dediğin “1 Mayıs” günü, sende bir kan akıtıcı olarak onun tatil günü olmasından faydalanıp evinde sırt üstü yatacaksın.

Hay senin milliyetçiliğine de Müslümanlığına da.

Demokratik Hak ve Özgürlükler mücadelesi bağımsızdır. Haksızlığa uğrayan kitleler-topluluk, bu mücadelede kimseden icazet almaz. Aynı sorundan etkilenen ama sorunun çözümünde birlikte hareket etmekten imtina eden diğer mağdurları da mücadeleye katmak için gerektiğinde kendi içinde de şiddet uygular. Birileri hem de kendi içimizden birileri bu uygulamaya karşı çıkabilir, “şiddet yerine haksızlığa uğrayanların tümünün iyilikle ikna edilmesi gerek” diyebilirler. Neden olmasın? Ama aynı kişiler çoğu zaman da eylemlere katılım sayısının her geçen gün azaldığını da söylüyorlar. Onlara önerim; 1965–68 Zonguldak madenci eylemlerini, 15–16 Haziran eylemlerini, 91 büyük Madenci yürüyüşünü ve bunlarda yetmediyse “Kilimli de 80 öncesi ve sonrası yapılan eylemler-direnişler nasıl örgütlendi nasıl yapıldı iyi öğrensinler. Unutmayalım “Hak verilmez alınır”…

Sayın avukatımız ve başbakan “işçilerde haklarını aramalı” derken sanırım onlar ölene kadar yıllarca mahkemelere gidip gelmekten söz ediyorlar.