Felsefeden, hukuka; tarihten toplum bilime kadar birçok alanın esaslı tartışma konularından biri olsa da tanımı ve işlevi konusunda mutabakata varılamayan “devlet”, kutsal bir kavramdır bizim töremizde… Varlığını, kimliğini, niteliğini, bir başka deyişle ne’liğini tartışmak çok zordur bu yüzden… Kavramsal düzeyde bile sorgulamaya kalktığınızda kopkoyu bir hamaset çıkar karşınıza… Tarih boyunca oluşturduğumuz devlet geleneğinden başlayıp, “Ya devlet başa, ya kuzgun leşe” sloganıyla biten bir retorik her şeye egemen olur ve siz susmayı tercih edersiniz…
 
Tartışmalar hangi düzeyde olursa olsun, “devletin demokratik niteliği” üzerinde en çok mutabakata varılan başlıktır… İnsanlığın binlerce yıllık deneyimle oluşturduğu kültür bu ilkeyi toplumsal yaşamın vazgeçilmez unsuru haline getirdi zaman içinde… Adalet ve özgürlük ilkelerine yaslanarak demokratik nitelik kazanan ülkeler, kendi topraklarında bir refah toplumu kurarken, insanlığın gelişimine de her alanda büyük katkı sundu… Bu toplumların bir diğer özelliği de oluşturdukları devleti, vatandaşlarının tümüne hizmet getiren bir aygıt haline dönüştürme becerisi kazanmış olmalarıydı…
 
TÜRKİYE DE DEMOKRATİK BİR ÜLKE DEĞİL
Bugün kabile toplumlarından, muz cumhuriyetlerine; feodal diktalardan, din devletlerine kadar otoriter tüm yönetimler demokratik ilklere yaslandığını iddia ederken, diğer ülkelerle oluşan açı farkınıysa geleneksel kültür, jeopolitik yapı, konjonktürel durum, tarihsel geri plan gibi kavramlarla açıklamaya çalışıyor… Ülke içindeki siyasal yapıyı tahkim etmeye yönelik bu dilin insanlık nezdinde hiçbir karşılığı olmuyor tabii… Tüm bunlar bana devletin kendine egemen olan zümrenin, diğer sınıf ve zümreler üzerinde tahakküm kurmasını sağlayan bir zor aygıtı olduğunu anlatıyor…
 
Türkiye de demokratik bir ülke değil, şeffaf değil en başta... “Devlet sırrı” denen fetiş kavramla her şeyin üstü örtülüyor… Hayatımız tek merkezden yönetiliyor, katılımcılık sıfırın da altında bu yüzden… Çoğu zaman mahallemizle ilgili kararlardan bile haberdar olamıyoruz… İtirazlarımızın karşılık bulması bir yana şiddetle bastırılıyor… Fikrimiz olamazmış gibi güvenlik politikalarını tartışamıyoruz asla… “Afrin’de neler oluyor?” sorusunu aklımıza bile getiremiyoruz örneğin… Resmi açıklamalar dışında bir şey dediğimiz zaman soluğu savcı karşısında alıyoruz… Buna da demokrasi diyoruz daha sonra…
 
ESKİDEN DEVLET DOĞAL VARLIKLARI KORUMAYA ÇALIŞAN BİR OLUŞUMDU
Devlet yalnızca otoriter eğilimli değil, halkına, değerlerine de yabancı bizim ülkede… Burnumuzun dibindeki Güzelcehisar örneği ortada… Güzelim doğa parçasında, 80 milyon yıllık doğal oluşumları tahrip edecek akla zarar bir proje geliştirildi… Başta Güzelcehisar halkı olmak üzere bir parça vicdanı olan herkes karşı çıkıp, gerekçelerini koydu ortaya… Doğa en şedit ifadesiyle yükseltti sesini, dev dalgalarla görenin küfrettiği ucube yapıyı yerle bir etti… Ama “dediğim dedik” diyen devlet, inatla sürdürdü inşaatı… Geçen gün davullu zurnalı bir törenle de açılışını yaptı… Yazıklar olsun hepsine…
 
Aynı şey Çatalağzı-Muslu bölgesinde de yapıldı… Ölüm bacaları, art arda dizilirken, yerel halkın itirazları hiç dikkate alınmadı… AKP elebaşlarından biri, “Oradaki 10 bin kişiyi, gerekirse naklederiz” diyerek, bahçesindeki tavukları kışlar gibi bir ifade kullandı hatta… Amasra’da HEMA santrali için de aynı şey yapılıyor, Şeker Kanyonu’na yapılacak HES için de… Eskiden devlet doğal varlıkları korumaya çalışan bir oluşumdu, şimdiyse yok etmeye çalışan bir örgütlü güç haline geldi… Sormak hakkım: “Bu nasıl devlet?” Tersinden sorayım ya da: “Devlet denen organizma böyle bir şey mi yoksa?”