Türkçe bizim ses bayrağımızdır. Bu bayrağı ilelebet zirvede tutmak bizim asli görevimizdir.
 
Fazıl Hüsnü Dağlarca, Necip Fazıl Kısakürek, Attila İlhan, Nazım Hikmet, Peyami Safa, Cemil Meriç, Muammer Aksoy, Yaşar Kemal, Talip Apaydın, Erol Toy, Yakup Kadri Karaosmanoğlu, Nurullah Ataç, Orhan Veli, Oktay Rıfat, Oktay Sinanoğlu, Ayşe Kulin, Sevan Nişanyan, Hıfzı Veldet Velidedeoğlu vb. gibi kıymetlerimizin peşinden giderek dilimize sahip çıkacağız.
 
Dil, toplumun, ekip olmanın, tek yürek olmanın ana temelidir. Dili kaybedersek birlikte yaşama irademizi kaybederiz.
 
Türkçe dünyanın en yaygın beş dilinden biridir. Etimolojik çalışmalar matematiksel bir örgüsü olan dilimizin tüm dünya dillerini etkilediğini, hemen hemen hepsine sözcük verdiğini ortaya koymaktadır.  
 
Bugün dilimize girmiş olan ne kadar Arapça, Farsça, Rumca, Rusça, Ermenice, Fransızca, İtalyanca, Bulgarca, Yunanca, İbranice sözcük varsa hepsi bizimdir. Hiç birisini atamayız. 'Hayat” da deriz, 'yaşam” da deriz. 'Zaviye” de deriz, 'açı” da deriz.
 
Bugün dünyanın en yaygın olarak kullanılan dili olan İngilizce, Fransızcadan, Arapçadan, Hintçeden binlerce sözcük almıştır. Bunlar artık İngilizcenin malı olmuştur. Biz de aynı perspektiften bakarak dilimizi geliştirmeliyiz. İsteyen 'step” desin, isteyen 'basamak” desin. Yasaklayarak, dışlayarak ilerleyemeyiz. Alt beyin, ya da bilinç altı, ya da genlerimiz; ne derseniz deyiniz, toplum işine geleni, kolayına geleni kullanır.
 
Polis kelimesine 'yasavul” karşılığı, zengin kelimesine 'varsıl” karşılığı önerilmiştir. Ancak bunlar geniş yığınlarca kabul görmemiştir. O halde polis dememizde, zengin dememizde bir kusur aramak beyhudedir.
 
Türk ulusu çağlar boyunca sürekli olarak karalar, kıtalar arası yer değişikliği yapmıştır. Bu da bizim bir çok millet ile iletişim kurmamıza neden olmuştur. Çok yönlü halkların dili de haliyle daha zengin olacaktır. Ateşe, ataş da deriz. Kibrite, ataşlık da deriz.
 
Benim dedem okula hiç gitmemişti. Ama Türkçeyi benden daha özgün konuşuyordu. 'Mazot” demezdi. 'Mazut” derdi. 'Horoz” demezdi. 'Horuz” derdi. O hiçbir şekilde imla kurallarını bilmiyordu. Ama genlerinde Türkçe'nin ikinci hecesinde 'o” olmayacağı kodu olduğu için horoz sözcüğünün ikinci hecesini otomatik olarak değiştirip horuz yapıyordu.
 
1995 yılında 92 yaşında vefat eden bilge dedeme bazen bazı kelimelerin ne anlama geldiğini sorardım. O da kendince cevaplar verirdi. Sık sık 'Vela havle vela kuvvete illa billa hüvel aliyül azim” derdi. Bunun ne anlama geldiğini sormuştum. 'Bilemiyorum” demişti. Aradan 3-5 sene geçti. Üniversite öğrenimi için 1985 yılında İstanbul'a gittim. Üsküdar'da okuyordum. Heybeliada'da memur olan halamı ziyarete gitmiştim. Adanın sahilinde oturuyordum. Anımsadığım kadarıyla küçük oğlunun adı Blago ya da Pano olan bir Ermeni hanım denize çok yaklaşan evladına aynen şöyle seslendi: ' Vela havle vela kuvvete, sen beni çok üzoorsun be evladım.” Bu sözü bir Hristiyan'dan duyunca irkildim. O zamanlar internet yok. Kadıköy'deki bir kütüphaneye gittim. Dini kitapları karıştırırken bu sözün 'günahlardan sakınma, ibadetlere güç yetirme, ancak Allah'ın adıyladır” anlamına geldiğini öğrendim. Bu bana çok büyük bir ders vermişti. Yani, Müslüman olmayan bir Ermeni bile dini bir hadis ile evladına sesleniyordu.
 
2007 yılında AB Erasmus projesi kapsamında AB'nin bir çok ülkesine gittiğimde Türkçe'nin izlerini oralarda da çok gördüm. Paris'teki Eyfel kulesinin altındaki fiyat listesinin üzerinde aynen şu yazıyordu: 'Tarif” Arapça'daki tarife sözcüğü Fransa'ya gidince tarif oluvermişti…
 
Teknoloji hızla gelişiyor. Hayatımıza Endüstri 4.0 kavramı hızlıca giriş yaptı. Nesnelerin interneti diye bir söz herkesin dilinde. Birbiriyle haberleşen makineler çağına girdik. Bu ortamda bilgi üretemeyen toplumların her şeyi yok olmaya doğru gitmektedir.
 
Dünya üzerindeki 215 irili ufaklı ülke arasında 17. ekonomik büyüklüğe sahip olan Türkiye'nin önü açıktır. Bizi hiçbir kuvvet geriletemeyecektir.  
 
Turiste, gezgin de diyelim, gezimci de diyelim, turist de diyelim. İnsanlara baskı yapmayalım. Cevap diyene gerici, yanıt diyene ilerici etiketi yapıştırmayalım. Hard disk kavramı bizim değildir. Çok çalışmadığımız için hard diski biz icat edemedik. Ona sabit disk diyerek de esasında bir yere varmış olmayız.
 
E-maili biz bulmadık. Buna e-posta dediğimizde Fransızcaya, e-mektup dediğimizde ise Arapçaya yaslanıyoruz… O halde hepsini kullanabilmeliyiz.
 
Kelimelerin etimolojik kökenine bakarak onları tu kaka ilan etmek bizi başarıya götürmez.
 
Detay, kriter, start almak, brunch vb. gibi tümden yabancı sözcüklerle örülü konuşup yazarak da bir yere varamayız. Bu bizi entelektüel yapmaz.
 
Bir insanın sadece konuşmasına bakarak onun ne kadar ulu münevver olduğunu anlayamayız. Aslolan icraattir. Medyaya çıkıp saatlerce süslü laflar konuşan ukala tiplerin esasında 100 sayfa bile bilimsel eseri yoktur.
 
Şifahi toplum olmaktan kurtulmadıkça dilimizi zenginleştiremeyeceğiz. Lafla peynir gemisi yürümüyor. Çağın gereklerine uygun, adaletli, projeci bir eğitim örgüsü oluşturduğumuz günü güzel dilimiz muasır medeniyet seviyesinin üzerinde olabilecektir