İnsanlar, doğar, büyür ve ölür, işte bu yolculuğun akış sırasına da yaşamak diyoruz biz ölümlüler. Bir toprağa saçılan tohum gibi yeşeriyoruz ana rahminde, sonrası malum. Üreme yolculuğunda ki zamanı tamamladıktan sonra, gözünü açmak ve artık üzerine yüklenecek yaşam zorluklarına dayanabilecek yöntemleri kavramaya kalıyor iş. Tabi ki bu öyle dile kolay bir yolculukla olmuyor, olamıyor maalesef. Bir insan olarak dünyaya gelmişseniz, ölene değin insana yakışır bir süreç yaşama isteğiniz de çok normal bir istek sayılmalı. Bunun için verilen mücadeleyi baz alırsak şayet, yaşamak ve yaşayabilmek için ölüp ölüp diriliyoruz, hayat ıslata ıslata çıkartıyor postumuzu.
 Belli bir yaş sınırına ve beden gücüne kadar bir başkasının gözetiminde yolcu oluyorsunuz yaşamın içine. Yediğiniz yemekten örtünmenize kadar ihtiyaçlarınız size yakın olanlarca karşılanıyor. Bu genellikle anne ve babaların görevi olur. Ama şartlar çok değişken olduğu için dünya üzerindeki imkânlar eşit olmadığı için hayal ettiklerimiz üzerinden yorumlayamayız hayatı. Çocuklar üzerinden hayata tutunmaya çalışanlar ne yazık ki günümüzde hiç yadsınmayacak boyutta. Güya büyükler, güya koruyucu kollayıcı olanlar, işte onlar küçüklerin küçücüklerin daha çok kanını emiyor.
İnsanlar doğanın ve yaşamın içinde özellikleriyle dünyaya hükmetme konusunda başı çekiyor bu somut bir gerçek. Dünyaya bir başkasına güdümlü olarak gözünü açan bir canlı türüyken, yıllar içinde nasıl bir canavara bir yaratığa dönüşüyor insanoğlu, bunun hangi süreçte kodları işleniyor bünyeye merak konusu bana göre. Cevabı olmayan sorular o kadar çok ki muhatabı olmayan sorular ne yazık ki bilinçaltımızda hasarlarla dolu bir yaşam yolculuğu inşa ediyor. Bir insan yavrusu olduğumuz tescillenmişken hayvani içgüdülerimizi kullanıyoruz çoğunlukla.
 Hayvanlarında vahşi olanlarına özeniyoruz daha çok. Birbirimize tahammül edemediğimiz ne çok sebepler çoğaltıyoruz. Dünyayı yaşanası güzellikleriyle içselleştiremeden kirlenen ruhumuz üzerinden kendimizce yaşam yolu inşa ediyoruz. Karanlık engebeli ve kirli duraklarda mutlaka duruyor ve soluklanıyoruz. Çünkü yaşam güllük gülistanlık bir güzergâh değil. İlkel yöntemlerin günümüzde de yerini koruduğu bir mecburi istikamette seyrediyoruz. Birbirimizin yaşam hakkına dayanmaya kadar geliyor iş.
Evet, biz insanoğlu olarak doğadaki hayvanlardan farklı olarak konuşabiliyor ve galiba düşünebiliyor olarak fark arz ediyoruz. Sadece bu fark bizi çok daha özellikli öncelikli yapmaya yetmiyor. Kendimizi gözden geçirmediğimiz sürece de her geçen gün daha kötüye doğru giden bir yolculuğun piyonları olacağımız kesin bu gidişle. Doğuyor ve ölüyoruz arada kalan mesafe ise yaşamayı öğrenmekle geçiyor. Yani yaşamıyoruz, yaşadığımızı zannediyoruz, kirlenerek ve eksilterek değerlerimizden.