Temel poker oynuyor..  Sürekli de kaybediyor..Bu sefer kartlar tekrar karılıp yeniden dağıtılıyor; ama Temel'in eline yine beş benzemez geliyor! Ne yapsın Temel; belindeki tabancayı çıkarıp masanın üstüne koyuyor ve elini açıp ''Driling!'' diyor.
   Temel'in elindeki beş benzemezi gören masadakiler şaşırıyor, ve itiraz ediyor. ''Pokerde böyle birşey yok, bu nereden çıktı?'' diyorlar. Temel de; ''Siz birşey bilmiyorsunuz. Bu pokerde en büyük eldir.'' diyor ve paraları önüne çekiyor. Masanın üstündeki tabancayı gören diğer oyuncular daha fazla itiraz edemiyorlar ve oyun devam ediyor..
   Fakat biraz sonra başka bir oyuncunun eline beş benzemez geliyor ve o da Temel'den öğrendiği şekilde ''Driling!'' diyor. Temel buna itiraz ediyor ve diyor ki; ''Evet, driling pokerde en büyük eldir ama bir oyunda sadece bir defa geçerlidir!''
   Değerli okuyucular, tabii ki bu fıkrayı durup dururken yazmadım. Elbette bir yere bağlayacağım. Türkiye'nin gündeminde bu günlerde birçok ciddi konu var. Ama hiç gündemden düşmeyen demirbaş bir konu var ki o da iç politika! O yüzden bu gün yine politikadan bahsedelim ve fıkrayı da ona bağlayalım.
   Ama Türkiye'de bu politika konusu o kadar büyük bir derya ki ciltlerce yazsam yine de bitmez. Onun için biz bu deryaya bir dalıp çıkalım bakalım, ne kadar midye çıkarabileceğiz. Sonra da çıkardıklarımızın kabuğunu açalım bakalım içinde ne var. Bu arada nalına mıhına da vuralım. Bu yazıyı da bir sohbet gibi kabul edelim.
   İşte bu günkü midyelerden çıkanlar:
   Politika ile pokerin bazı benzer yönleri vardır. Örneğin, sürekli kartlar yeniden karılarak dağıtılır ve eldeki kartlara göre kimi kazanır kimi kaybeder. Kazananlar her zaman eline iyi kart gelenler olmayabilir; karşı taraf tırsaksa bazen blöf yapanlar da kazanabilir.
   Son günlerde sürekli kimin eline ne kart gelmiş onu izliyorum. Gördüğüm kadarıyla Cumhur İttifakını bileşenleri olan AKP ve MHP  oy kaybediyor. Ama bu oylar başta muhalefetin amiral gemisi CHP olmak üzere muhalefet partilerine de gitmiyor. Ya nereye gidiyor? Kararsızlar partisine gidiyor! Şu anda kararsızların oranı neredeyse % 25'i bulmuş durumda. Bu oran daha da artabilir. Nitekim bu tehlikeyi gören Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan, bu gidenleri tekrar kazanmak için bir seferberlik başlattı. Örneğin, geçen hafta İstanbul'da 100 bin yeni üye kayıt töreni yaptı. Buna mukabil oyların kendisine neden gelmediğini hala anlamayan CHP'nin ise; Gürsel Tekin'in yaptığı bir araştırmaya göre üyelerinin % 3.5'i istifa etmiş! İbretlik bir örnek! CHP örgütleri neden üye tabanını genişletmezler de, sınırlı sayıda üye kaydedip, halktan kopuk, kapalı devre çalışmayı tercih ederler anlamak mümkün değil.
   Bana göre Tayyip Erdoğan, MHP'ye de güvenerek, Cumhurbaşkanlığı seçim sistemini değiştirip % 50+1 barajını koymakla kendi açısından yanlış yaptı. Çünkü muhalefet partilerinin de bir ittifak kurabileceğini iyi hesap edemedi. Şimdi bundan pişman olduğunu sanıyorum.
   Bir Afrika atasözü der ki; ''Eğer aslanlar, geyikler, kaplanlar ve tavşanlar yan yana koşuyorsa; ormanda yangın var demektir!'' İşte Cumhur İttifakının ormanı yaktığını gören muhalefet partileri de, 2018 genel seçimlerinden önce birleşerek Millet İttifakını böyle kurdular. Başta İstanbul ve Ankara olmak üzere önemli belediye başkanlıklarını da bu sayede kazandılar.
   Millet ittifakı görünüşte 4 bileşenden oluşuyordu. Bunlar CHP, İYİ Parti, Saadet Partisi ve Demokrat Parti idi. Ama gerçekte İttifakın 5 bileşeni vardı. Çünkü HDP de örtülü olarak bu ittifakın içinde yer almıştı.
   İşte şimdi tam burada fıkradaki 5 benzemeze geldik! Bu birbirine benzemeyen 5 parti oldukça iyi iş gördü. Ama acaba tekrar bir araya gelebilecekler mi; yoksa bu ittifak Temelin ''Driling''i gibi bir oyunda sadece bir defa mı geçerli idi, bütün sorun burda!
   Aslında bu arada sisteme yeni partiler de girdi. Maşallah ülkemiz zaten parti zengini. Koskoca Amerika'da sadece 2 parti varken bizde 95'e ulaştı. Yolda olanlar da var. Varın Türkiye'deki siyasi parçalanmayı siz hesap edin! Ama bu partilerden belki 3-5'i ittifaklara girebilecek çapta gibi görünüyor. Şimdilik iki ittifakımız var ama yakında nur topu gibi bir ittifakımız daha olursa da şaşırmayalım. Bu takdirde kartlar yeniden dağıtılacak demektir.
   AKP ve MHP'nin Uhu ile yapışarak oluşturduğu Cumhur İttifakında bir çatlak olasılığı, en azından şimdilik görünmüyor. Sorun ormandan kaçan benzemezlerde. En büyük sorun da muhalefetin amiral gemisi CHP'de. Bu gidişle ''amiral gemisi'' ünvanını iyi partiye kaptırabilir. Kemal Kılıçdaroğlu'nun Bremen Mızıkacılar gibi partiye doldurduğu her telden insanlardan farklı farklı sesler çıkıyor. Vatandaş hangisinin doğru olduğunu bilememenin şaşkınlığını yaşıyor. Nitekim şimdi de, Atatürk'e Atatürk demeyip Gazi Mustafa Kemal dediği için, İstanbul il başkanı Canan Kaftancıoğlu üzerinden bir tartışmaya tutuştular.  Yahu memleket içte ve dışta tutuşmuş gidiyor; bunlar Bizans'ın Fatih tarafından kuşatıldığı sırada, Bizanslıların meleklerin cinsiyetini tartıştığı gibi birbirleri ile uğraşıyorlar! Millet bunlardan ne bekliyor bunlar nelerle uğraşıyor, inanılır gibi değil! CHP iktidara gelmemek için elinden geleni yapıyor neredeyse..
   Bir de ben bu siyasetteki aşkları anlamıyorum. Mevlana ile Şems'in aşkını anlıyorum. Efsanelerdeki Leyla ile Mecnun, Yusuf ile Züleyha ve Tahir ile Zühre'yi de anlıyorum. Devlet Bahçeli ve Süleyman Soylu'nun Tayyip Erdoğan aşkını da anlamaya çalışıyorum. Ama Kemal Kılıçdaroğlu'nun Abdullah Gül aşkını sittin sene uğraşsam anlamam mümkün değil!
   Tamam, anladık! Büyük aşklar büyük nefretlerden doğar sözü doğru galiba.. Bu yüzden Bahçeli ve Soylu Erdoğan'a olan aşklarında haklı olabilirler. Çünkü eskiden ondan nefret ediyorlardı. Aynı zamanda çıkar ortaklığı da var tabii ki. Ama Kılıçdaroğlu'na ne oluyor? İkide bir ''Abdullah Gül'den neden korkuyorsunuz?'' deyip tabanının yüreğini ağzına getiriyor? Hiç Amerikan polisiye filmleri seyretmedi mi? Orada iki polis vardır; biri iyi polis diğeri kötü polis rolünde.. Kötü polis zanlıya kötü davranırken iyi polis onu kandırıp söyletmek için, güya kötü polisten de koruyarak, iyi davranır. Fakat sonuçta onun amacı da kötü polisle aynıdır. Ama burada kötü polis daha dürüsttür. Çünkü neyse öyle davranmaktadır. İyi polis rolündeki polis ise dürüst davranmamakta ve zanlıyı kandırmaya çalışmaktadır.
   Anladığınız gibi burada Tayyip Erdoğan kötü polis ise Abdullah gül iyi polis rolündedir. Ama amaçları aynıdır. Bu yüzden, eğer Erdoğan kötü ise Gül ondan daha kötüdür. Örnek mi istiyorsunuz? Tayyip Erdoğan iyi kötü milli bayramlara katılıp Anıtkabir'e giderken; Abdullah Gül'ün bu günlerde ya kulağı ağrıyordu ya da parmağında sivilce çıkıyordu!
   Kılıçdaroğlu'nun iyi polisin güler yüzüne aldandığını düşünmüyorum. O zaman bu aşkın altında bizim anlayamadığımız başka birşey var! Acaba ne?
   Daha fazla uzatmayayım da; eski dostum Kılıçdaroğlu'na şu soruyu sorup bitirelim: Sayın Kılıçdaroğlu, CHP'nin iktidara getirilmemesi için Tayyip Erdoğan'la gizli bir anlaşmanız mı var?