Dışarıda kar var. Her yer bembeyaz... Muhteşem bir güzellik...

Acaba, dersin; bütün dünya güçleri bir araya gelseler, bu güzelliği bize verebilirler mi? İlkbahara giriyoruz derken, -kitap sayfası çevirir gibi- bir anda kış atmosferini önümüze getirebilirler mi? Bir tüy gibi süzüle süzüle düşen kar kristalleriyle, yer yüzüne sindire sindire su çektirebilirler mi?

Bu örnekleri konuşmak basit gelebilir. Ancak bunları derinlemesine düşünmek bizleri basitlikten kurtarır.

Bu yağan, kimine kar beyaz güzellik, kimine rahmet ve bereket, kimine eziyet...

İnsanın içini kıpır kıpır eden bu güzelliği seyrederken, bir anda ölümsüz şair Cahit Sıtkı Tarancı'nın "
Memleket isterim/ Ne zengin fakir, ne sen ben farkı olsun;/ Kış günü herkesin evi barkı olsun." dizeleri aklıma gelir. Evsiz barksızları düşündükçe, üşümeye başlarım.

Sonra dışarıda çalışmak zorunda kalanları, üç beş kuruş kazanmak için pazarlarda marul satan teyzelerin soğuktan pancar gibi kızaran elleri gözümün önüne gelir, donar kalırım.

Hele o metrelerce karlı dağlarda gece gündüz nöbet tutan vatan erlerini düşündükçe, kanım donar titrerim.

Bu ülkeyi huzursuz etmeye çalışan kalleşlere karşı karlar altında, eli tetikte bekleyen yiğitleri düşündükçe, 'doğalgaz yakamadım, petekler iyi yanmıyor, üşüdüm v.b' şikâyetlerden utanırım.


BUZLU DEREDE SOĞAN YIKARKEN DONAN ELLER...

Donmanın ne biçim şey olduğunu birkaç yerde iliklerime kadar benim de tecrübe etmişliğim vardır:

1990'lı yıllarda lisede öğrenciyken Şubat tatillerinde köyde babamlara yardıma giderdim. Yeşil soğan söküm mevsimine denk gelirdi. Önce bahçede, don tutmuş topraktan yeşil soğanları sökerdik. Sonra bir araba dolusu soğanı(n dış kabuğunu) yevmiyecilerle soyardık. Soğanın püskülleri çamurlu olurdu. Bunları demet ve balya yapıp, köyün yakınındaki derenin buz tutmamış yerine bastırırdık. Sonra o buzlu suda, soğandaki çamurları ellerimizle ovarak temizlemeye çalışırdık. En az 50-100 balya var yıkanacak. İkinci üçüncü balyada eller kaskatı kesilmeye başlardı. 10. balyada elimizi sızıdan hissedemez, gözlerden yaşlar gelirdi. Bu şekilde geçen tatil günlerimi hiç unutamıyorum.

Bir de Zonguldak ve Kozlu'da kar ve tipi arasında Karadeniz'in deli dalgalarını çekerken, parmaklarımızın donup, kamera kayıt tuşuna basamamasını... Soğuktan kanı çekilen parmakların acısı, gözlerden yaş olarak akmıştı...  

Bir defasında ise liman arkasında aniden vuran dalgaların arasında baştan aşağıya ıslanmış, çenemizin titremesinden taksi dahi çağıramamıştık. Azgın dalgaların bizi denize atmadığına bin bir şükürle evimizin yolunu tutmuştuk.

Ne bu ne de buna benzer tecrübeler, Mehmetçik'imizin vatan uğruna çektiği fedakarlıkların yanında bir hiçtir. Bizimkisi bu soğuk kış günlerinde çaresizlik içinde olanları anlama çabasıdır. 

Teröre bin kere lanet olsun!

Kuzey Irak'ın Gara bölgesinden gelen acı haberle yıkıldık. Kandan beslenen teröre lanet olsun. Milletimizin başı sağ olsun.

O hain köpekler elbette bir kuytu köşede geberip gidecekler. Askerimiz vurmasa, sahipleri kullandıktan sonra onları bir köşeye fırlatıp atacaktır. O dağlara çıkan yollar kapatılır ve gençleri terör tuzağına çeken karanlık eller kırılırsa, 40 yıldır vatana millete musallat olan bu belanın da sonu gelecektir. 

Bir taraftan herkesi kucaklayacaksınız, öbür taraftan teröre göz açtırmayacaksınız. Bir de iki yüzlü devletlerle uğraşacaksınız.

Zor ama mutlaka halledilmesi gereken bir mesele. Allah memleketimize güç versin. 

Vurulup tertemiz alnından uzanmış yatıyor
Bir hilâl uğruna ya Rab! Ne güneşler batıyor...

Son söz:

Sen hiç gözün yaşarmasın diye
Derin nefes almaya çalışıp
Gökyüzüne doğru baktın mı?