Eğitim sisteminin yıllardır birikerek artan sorunları 2013-2014 eğitim-öğretim yılı süresince katlanarak artmış, Milli Eğitim Bakanlığı’nın çözüm üretmekten çok, yeni sorunlar yaratan politika ve uygulamaları nedeniyle eğitim emekçileri, öğrenciler ve veliler sürekli mağdur edilmiştir.

2002-2003 eğitim-öğretim yılında ilkokul 4. sınıfta okuyan bir öğrenci için, Anayasa’da parasız olduğu belirtilmesine rağmen yıllık ortalama 720 TL eğitim harcaması yapan ailelerin, 2013-2014 eğitim-öğretim yılında eğitim masrafı tam 5 kat artarak 3 bin 602 TL’ye yükselmiştir. Eğitime yeterli bütçe, okullara ihtiyacı kadar ödenek ayrılmazken özel okulların vergi muafiyeti ve diğer teşvik uygulamaları ile doğrudan desteklenmesi uygulamaları tüm hızıyla sürmüş, öğrencilerden katkı payı adı altında para toplanırken okullar, ‘kendi kaynaklarını arttırması’ için gelir getirici işler yapmaya zorlanmaktadır. 

AKP hükümeti, Türkiye gibi farklı inanç gruplarının, dinlerin, mezheplerin, sayısız tarikat ve cemaatlerin olduğu bir ülkede din eğitimini “tek din, tek mezhep” anlayışıyla devlet tekeline alarak toplumu kendi dünya görüşü doğrultusunda dönüştürmek için tehlikeli adımlar atmayı sürdürmektedir.

Okullarda fiziki donanım ve altyapı sorunları, kalabalık sınıflar, taşımalı eğitim, zorunlu ve “zorunlu seçmeli” din dersi dayatması sürmektedir. Kamusal, bilimsel, demokratik, laik ve anadilinde eğitimin önündeki engeller 2013-2014 eğitim-öğretim yılında da devam etmiştir.

2013-2014 eğitim-öğretim yılını önceki eğitim-öğretim dönemlerinden ayıran bir özellik de Gezi direnişi sonrasında özellikle Eğitim Sen üyelerine yönelik soruşturma, sürgün ve görevden alma girişimlerinin belirgin bir şekilde artmış olmasıdır. Kamusal eğitimin zayıflatılması, eğitimin tamamen paralı hale getirilmek istenmesi, okullarda cinsiyet, etnik kimlik ve mezhep ayrımcılığına ilişkin uygulamaların sürmesi, ataması yapılmayan öğretmenlerin durumu, ücretli-vekil öğretmenlik uygulamalarının devam etmesi, eğitim yöneticilerinin siyasi referanslarla belirlenmek istenmesi gibi sorunlar artarak sürmüştür.

Okullarda ve diğer eğitim kurumlarında yıllardır üvey evlat muamelesi gören ve iş tanımı hala yapılmayan yardımcı hizmetlilerin, kadro bekleyen 4-c’li çalışanların, memur ve teknik personelin sorunları, üniversitelerde yaşanan soruşturma ve görevden almalar, her geçen gün artan akademik, idari sorunlar ve özellikle Eğitim Sen üyelerine yönelik mobbing uygulamaları ve baskılar gibi pek çok sorun 2013–2014 eğitim-öğretim yılına damgasını vuran diğer konu başlıkları olarak öne çıkmıştır.

2012-2013 eğitim-öğretim yılında 4+4+4 sistemine geçilmesiyle birlikte okulöncesi çağdaki çocukların zorla ilkokula başlatılması nedeniyle okullaşma oranı, bütün yaş gruplarında düşüş göstermiş, özellikle 5 yaş grubunda 4+4+4’ün ilk yılında yüzde 65,69’dan yüzde 39,72’ye inmiştir. Bu yıl bu oran beklentilerin çok altında artarak yüzde 42,54’e ancak ulaşabilmiştir. Bu yıl okulöncesi çağda olmasına rağmen 5 yaşındaki 350 bin çocuk ailelerin isteğiyle ilkokula başlatılmıştır.

Eğitim Sen, ilk gündeme geldiği günden itibaren eğitimde 4+4+4 dayatmasına yönelik olarak siyasi iktidarın iki temel hedefi olduğunu vurgulamıştır. Bunlardan birincisi siyasi iktidarın eğitim sistemini kendi siyasal-ideolojik çizgisinde biçimlendirerek “eğitimde dindar nesiller yetiştirmek” hedefi, diğeri ise 4+4+4 düzenlemesinin asıl amacını oluşturan kamusal eğitimi daha da zayıflatmak ve kamu kaynaklarını özel okullara aktararak özel öğretimi büyük ölçüde devlet desteği ile güçlendirmektir.

2013-2014 eğitim-öğretim yılında devlet okullarının sayısı belirgin bir şekilde azalırken her fırsatta kamu kaynakları ile desteklenen, çeşitli muafiyet ve istisnalar ile açılması teşvik edilen özel ilkokul ve ortaokul sayılarındaki artış sürmüştür. Velilerin çocuklarını özel okullara yönelmesinde kamu eğitim kurumlarının 4+4+4 nedeniyle yaşadığı tahribat belirleyici olmuştur. Zorunlu-seçmeli din dersleri, aşırı kalabalık sınıflar, öğretmen yetersizliği, fiziki koşullar gibi pek çok neden birçok velinin özel okullara yönelmesini beraberinde getirmiştir. 

2013-2014 eğitim-öğretim yılında 1 milyon 285 bin 200 öğrenci ilkokula kayıt yaptırmıştır. 2012-2013 eğitim-öğretim yılı sonunda 1 milyon 205 bin 507 öğrenci 8 yıllık ilköğretimden mezun olmuş, ortaöğretime kayıt yaptırmak zorunlu olmasına rağmen 1 milyon 136 bin öğrenci liselere kayıt yaptırmıştır. Hukuken zorunlu olmasına rağmen liselere kayıt yaptırmayan öğrenci sayısı 69 bin 500’dür.

MEB’in 4+4+4 bünyesinde 12 yıllık zorunlu eğitimin ilk iki kademesinde yaşanan değişikliklerin ardından ortaöğretimde gerçekleştirilen değişiklikler ile öğrencilerin bir bölümü akademik liselere yönlendirilirken çok sayıda öğrencinin meslek liseleri, imam hatip liseleri ve açık liselere gitmeye zorlanması dikkat çekicidir.

Milli Eğitim Bakanlığı, 4+4+4 ile birlikte getirilen “Kuran-ı Kerim”, “Hz Muhammed’in Hayatı” ve “Temel Dini Bilgiler” gibi derslerin seçmeli olduğunu iddia etmiş; ancak söz konusu derslerin Türkiye’nin pek çok bölgesinde “zorunlu seçmeli” hale getirildiği görülmüştür. İki yıldır 5. ve 9. sınıflarda uygulanan seçmeli dersler çeşitli okullarda, okul idarecileri tarafından adeta “zorunlu seçmeli” dersler haline dönüştürülmüştür. En çok seçilen derslerin içinde bu üç dersin olması, bu tespiti doğrulamaktadır. Bazı okullarda öğrencilerin ya da velilerin ellerine hazır listeler verilerek öğrenciler içlerinde din temelli derslerin de bulunduğu dersleri seçmeye zorlanmıştır.

4+4+4 öncesinde 2011-2012 eğitim-öğretim yılında 537 İHL’ de 268 bin 245 öğrenci varken 2013-2014 eğitim-öğretim yılında İHL sayısı 854’e, bu okullarda okuyan öğrenci sayısı ise 474 bin 96’ya yükselmiştir. AKP’nin yıllarca her açıdan istismar ettiği imam hatip liselerinin eğitimde 4+4+4 dayatması sonrasında önceki yıllarla kıyaslanamayacak kadar hızlı bir artış göstermiş olması dikkat çekicidir. 

Türkiye’de okulların fiziki donanım ve altyapı sorunları sürerken fiziki altyapı sorunları en az olan,  teknik olarak en donanımlı okulların imam hatibe dönüştürülmesi, siyasi iktidarın kamu okulları arasında siyasi tercihleri üzerinden resmen ayrımcılık yaptığını göstermektedir. AKP hükümetinin imam hatip aşkını yıllar içinde imam hatip liselerinin sayısındaki artışta görmek mümkündür.

Milli Eğitim Bakanlığı kamu okulları karşısında özel okullara her fırsatta ayrıcalık tanırken benzer bir durum imam hatip ortaokulları ve liseleri için de geçerlidir. Fiziki altyapı sorunları en az olan,  teknik olarak en donanımlı okullar imam hatibe dönüştürülmüş; yıllardır çok sayıda devlet okulu ödenek yetersizliği nedeniyle sorunlarla baş başa bırakılırken, imam hatip okullarının ödenek talepleri anında yerine getirilmiştir. Bugüne kadar özel okullar ve imam hatip okulları konusunda eğitimle ilgili hemen her konuda ayrımcılık yapmayı kendisine görev edinmiş olan Milli Eğitim Bakanlığı, bu konuda da ayrımcı uygulamalarını sürdürmüştür.

Milli Eğitim Temel Kanunu ile Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun’un iptali ve yürürlüğünün durdurulması istemiyle Anayasa Mahkemesine CHP tarafından yapılan başvurunun 13 Haziran Cuma gününe kadar sonuçlanmaması durumunda çok sayıda eğitim yöneticisinin görevi sona erecek ve okullarda yeni bir kaos yaşanacaktır. Geçtiğimiz yıllarda çok sayıda Eğitim Sen üyesi yazılı sınavlardan geçtiği halde sözlü sınavda elenmiş, Sendikamızın başvurusu üzerine Danıştay, sözlü sınav uygulaması ile ilgili olarak idarenin eğitim yöneticilerini liyakate göre değil, siyasi görüşlerine göre belirlemesini sağlayacak olan uygulamayı iptal etmiştir.

Yüksek yargı kararlarına rağmen MEB’in Bakanlık kadrolarını kendi siyasal tutum ve anlayışları doğrultusunda yapılan atamalarla doldurmak için düzenlemeler yapması ya da daha önceden yapılan düzenlemeleri kendi çıkarları doğrultusunda değiştirmek istemesi, MEB’de tarihin en kapsamlı siyasal kadrolaşma hareketinin başlayacağını göstermektedir.

Milli Eğitim Bakanlığı geçmişte yapılan ve yüksek yargı duvarına çarpan düzenlemelerden vazgeçmeli, eğitim yöneticilerinin belirlenmesinde mülakat gibi doğrudan “torpil” çağrıştıran yöntemler asla kullanılmamalıdır. Eğitim yöneticilerinin belirlenmesi ve değerlendirilmesi sürecinde siyasi referanslar değil, liyakat ilkesi temel alınmalıdır.

Geçtiğimiz iki yıl içinde 4+4+4 nedeniyle yaşanan tahribat, zorunlu-seçmeli din dersleri, aşırı kalabalık sınıflar, öğretmen yetersizliği, fiziki koşullar ve altyapı yetersizlikleri gibi pek çok nedenden dolayı velilerin özel okullara yöneliminde belirgin bir artış söz konusudur. Yeni sistem özel liselere yönelik talebi arttırmakla birlikte, özellikle yoksul emekçi çocuklarını meslek liselerine ve imam hatiplere yönlendirmeyi de hedeflemiştir.

MEB, yıllardır yaptığı değişikliklerle eğitim sistemini yap-boz tahtasına çevirmiş, öğrenci ve velilerin kafasını karıştırmak dışında eğitimde somut ve çözüme dayalı politikalar geliştirememiştir.

Eğitimin hiçbir kademesinde öğrencilere ve ailelerine dayatmada bulunmamalıdır. Hiçbir öğrencinin sınav baskısı altında kalmadan, kendi ilgi ve yetenekleri doğrultusunda, hangi alanda okuyacağına kendisinin karar vereceği bir eğitim sistemi oluşturulmalı, bunun için eğitimde cinsiyetler ve bölgeler arasında yaşanan eşitsizlikler en kısa sürede ortadan kaldırılmalıdır. 

Toplumda sürekli yeni kamplaşmalar ve kutuplaştırmalar yaratarak egemenliklerini sürdürmek isteyenler, benzer bir bölünmeyi öğrenciler arasında oluşturmaya çalışmış, bu durum okullarda şiddetin artmasından başka bir sonuç vermemiştir.

Milli Eğitim Bakanlığı eğitimdeki kaosun ve mevcut karanlık tablonun öncelikli sorumlusudur. AKP iktidarı 4+4+4 düzenlemesi ile eğitim sistemini kendi siyasal çizgisinde biçimlendirmek isterken Milli Eğitim Bakanlığı 4+4+4 dayatması ile bütün eleştirilere kulaklarını tıkayarak eğitim biliminin en temel ilkelerini ayaklar altına almıştır.

Eğitim Sen olarak, Milli Eğitim Bakanlığı’na çağrımız tüm toplumun ve öğrencilerin geleceğini doğrudan olumsuz etkileyecek politika ve uygulamalara derhal son verilmesidir. Bunun için öncelikle hiçbir öğrencinin not ya da sınav baskısı altında kalmadan, kendi ilgi ve yetenekleri doğrultusunda, hangi alanda okuyacağına kendisinin karar vereceği bir eğitim sistemi oluşturulması gerektiğini düşünüyoruz. Eğitimin hiçbir kademesinde öğrencilere ve ailelerine dayatmada bulunmamalıdır.

Okulöncesi eğitimden başlayarak eğitim yatırımlarına, ders kitaplarının hazırlanmasından eğitim yöneticilerinin belirlenmesine; sınıf mevcutlarından eğitimin laik, bilimsel, demokratik ve kamusal yönünün geliştirilmesine özen gösterilmelidir.

Eğitim alanında yaşanan bunca olumsuzluğa rağmen döktükleri alınteri ve çabaları ile gerçekten dinlenmeyi hak eden eğitim emekçilerine ve öğrencilerimize gönüllerince bir tatil yaşamalarını dilerim.