Çetin Yılmaz ile geçen  yıl tanışmıştık.  Devrek’e bağlı Çaydeğirmeni beldesinde HES’çilere karşı yapılan etkinliğe gelmişlerdi Ereğli’den. Bir masada oturduk bir ara ve tanıştık.Bizden sonraki kuşaktan.Yılmaz ile sonraki süreçte Face’de de arkadaş olduk. Bir süre  sonra bir çağrı aldım kendisinden. Ereğli’de “Ekin Yazın Dostları” adıyla bir grupları vardı. Kitap okuyorlardı. Sonra kendi aralarında ya da yazarını da çağırarak “Söyleşi-Eleştiri” boyutunda kitabı değerlendiriyorlardı. Hangi kitabın okunacağına da kendileri karar veriyorlardı.

       Bir gün bana “Yazdığım kitapları nerede bulabileceklerini” sordular. İlk şiir kitabım “Sesim Kömür Karası” idi. Sonraki süreçte “Kömürde Açan Çiçek”  ve  “Kömür Kokan Şiirler” geldi. Piyasada yoktu yazdığım kitaplar. Bende de cok az sayıda vardı. Onları da  özel olarak  ayırmıştım. Ama  Çetin Yılmaz’a iki kitabımdan  az sayıda da olsa gönderdim.

     *****

     Bu arada Ereğli grubundan Gül Hanım ile yine sanal ortamda tanışmış olduk. İşin ilginç yanı Gül Hanım ve dört-beş arkadaşının benim ilk kez gördüğüm “taş boyama” sanatını icra ettiklerini  öğrendim, fotoğraflarından örneklerini gördüm. Küçücük taşların üzerine çok  ilginç resimler yapıp boyuyorlardı. Şaşırdım gerçekten. Daha önce hiç görmemiştim. Minyatür yapar gibi ufacık taş üzerine çeşitli  gözalıcı resimler yapıyor ve boyuyorlar. Hele bir “ocaktan çıkan madenciler” boyaması vardı ki bayıldım doğrusu. Hatta onu, eğer izin verirlerse ve kitabı yeniden bastırma olanağı bulursam “Kömür Kokan Şiirler”in yeni kapağı olarak bile düşündüm. 

Ereğli  Ekin Yazın Dostları’ndan bir süre sonra “Şu gün şu saatte Kömürde Açan Çiçek  ve  Kömür Kokan Şiirler adlı kitaplarınızı tartışacağız. Gelmenizi bekliyoruz” çağrısı geldi. Ammavelakin ben, benden kaynaklanan nedenlerle gelemiyeceğimi bildirdim. Üzüldüm çok. Sanırım  onlar da üzülmüştür. Ben, okuyanlarla yüzyüze olabileceğim çok iyi bir ortamı kaçırmıştım. Yazıp çizen bir insan başka ne ister ki.. Sonra bir gün Face’de; bir masa çevresinde oturmuş “Ekin Yazın Dostları”nı benim kitapları da sergilerken gösteren bir fotoğraf gördüm ki hem sevindim hem de içim sızladı diyebilirim.

  *****

  Ekin Yazın Dostları düzenli olarak okumağa ve tartışmağa devam ediyor. Duyurularından onları izliyorum. Gruptan Gül Hanım’la kitap üzerine  bilgi alış-verişi de yapma olanağı bulabildim.  Yakın tarihte (Ekim-2014) yayımlanan  Ferhan Topçu’nun, “Aşk Engelli” romanında;  çok genç yaşta verem hastalığı nedeniyle yitirdiğimiz Zongudaklı şairler Muzaffer Tayyip Uslu, Rüştü Onur ve Kemal Uluser’den söz edildiğini  de  onlardan öğrenmiş oldum. 

Bu nedenle konu beni yakından ilgilendirdi. Zira Muzaffer Tayyip Uslu üzerine iki yıl önce başladığım bir çalışmam var. Henüz bitmiş değil. Çok genç yaşta yitirdiğimiz şairimiz üzerine her türlü kaynak beni yakından ilgilendiriyor. Beni bu kitapla buluşturan Gül Hanım’a ve kitabın yazarı Ferhan Topçu’ya buradan bir kez daha teşekkür ediyorum.

         Okumanın erdemi..

         Şimdilik Zonguldak’ta ve Ereğli’de gördüğüm bu “Kitap Okuma ve Tartışma Etkinliği”ni çok önemsediğimi, kültürel gelişim açısından da yararlı bulduğumu belirtmek isterim.  Bu tür etkinliklerin ilçe ve bağlı beldelerde de  başlatılabileceğini düşünüyorum.  Çalışan veya emekli öğretmenler başta olmak üzere okuyan-yazan herkes bir grup oluşturarak bu etkinliği başlatabilir.

        Çünkü insanoğlu, okuduğu roman, öykü, şiir gibi kurgu ve anlatım gücü yüksek yapıtlarla beslenir, gelişir. Ancak okuma ile düşünme yetisinin önünde özgür düşünmenin kapısı, penceresi açılır. İnsan, okudukça düşünce ve düşünme genişliği, derinliği kazanır. Gezerek görmeyi algılamayı da bu çerçevede düşünebiliriz.

       Kimi zaman söylenenleri kulaklarımızla duyduğumuz halde algılayamama, anlayamama, doğru yorumlayamama; bilgisizlikten, düşünme darlığından, sığlığından olmalıdır. Okumayan bir toplumun bireylerini, kendi küçük çevresinin söylentiye dayalı kısır düşünceleri, çember gibi  çevreler. Bu durum ise, çoğu kez insanı kendi küçük dünyasına hapseder.

         Okuma oranı düşük toplumlarda insanlar, yeterli sözcük dağarcıkları olmadığı için günlük çok az sayılacak sözcükle, daha çok atasözü ve deyimlerle, hatta işaret diliyle konuşur. Düşünceler, duygular hep bu dar olanaklar ile anlatılmaya çalışılır. Bu darlıktan, sığlıktan  kurtulabilme; bireysel okuma veya bu tür kitap okuma etkinliklerine katılarak,  okuduklarını, öğrendiklerini tartışarak  da sağlanabilir.

        *****

        Bu etkinlikleri ilk öğrendiğimde “deli gibi kitap okuduğumuz” yıllar geldi gözlerimin önüne. Çünkü bizlere yaşamla mücadelenin bir yolunun da, mesleğinde bilgili, kültürel zenginlikle donanımlı olmakla mümkün olacağı anlatılmıştı. Bunların başına da kendi anadilimiz Türkçe’yi kurallarına uygun konuşma ve yazma eylemini de koymalıyız. Bunları sağlamanın tek yolu da okumaktan geçiyor. Bilelim ki  okumak, araştırmak,  bilinçli, sorumlu yurttaş olmamızı da sağlayacaktır.

        Biz toplum olarak ne yazık ki, okuma eylemine pek sıcak bakamıyoruz.  Aslında okuma alışkanlığının ailede başladığı bilinir. Anne-baba, öğretmen olarak çocuklarımızın küçük yaşlardan başlayarak okuma alışkanlığı kazanmasını isteriz.  Batılı ve Doğulu -özellikle Japonlar-  ülkelerin insanlarını otobüste, evde,  tatilde -plajda bile- ellerinde kitaplarla görürüz. Kimi zaman onlara benzemeğe çalıştığımız da olur. Ama okuma eyleminin, bir istek, bir kafa disiplini işi olduğunu bilmeliyiz. Özellikle okullarda bu okuma eylemleri geliştirilebilir, geliştirilmelidir de. Okumanın en önemli aydınlanma aracı olduğunu  benimsersek, okumanın erdemine kavuşabiliriz.