Çocukluğumun altın günleri… Babam “EKİ Eski Liman Atölyesi”nde çalışıyor... Unutuldu çoktan… 1950’lerin ortasında yapılan kargo rıhtımı hâlâ yeni olduğundan, 1900’lerin başında Fransızların yaptığı dalgakırana “eski liman” deniyor70’lerde… Ben, nereden icap ediyorsa, Soğuksu’nun tepesindeki evimizden sık sık çıkıp, yaka kartında “Duvarcı ustası” yapan babamın işyerine gidiyorum… Gördüğüm her şeyin büyülediği, bitip tükenmez bilmez yolculuklar yapıyorum babama…
 
Beni daha çok hemen yanındaki salıncaklı, kaydıraklı çocuk bahçesi ilgilendirse de, “Devran Parkı” pek meşhur o sıralar… 29 Ekimlerde, 23 Nisanlarda önünde resmigeçit yaptığımız Hükümet binasının hemen dibindeki tahta masalarında, renk renk gazoz ve bira şişeleri sıralanan o park, akşamları, yerel starların sahne aldığı bir gazino resmen…  Kimler çıkmıyor ki sahneye: Nezahat Barkam, Yılmaz Süer, Ahmet Naci Püren… Kimilerini unuttuğum isimleri epey sonra oralara oturunca öğreniyorum tabii ki…
 
SÜRMEN HEM KÜLTÜR, HEM DE EKONOMİK OLARAK YILDIZLAR KADAR UZAK BİZE
Bir düşten öbürüne savrula savrula devam eden yürüyüş sırasında önüme çıkan binaya Sürmen Lokantası diyor büyükler… Kendinden çok daha önce üzerindeki yeşil ışıklı Anadolu Bankası yazısı görünen o binanın Zonguldak’ın sosyal tarihinde epey yeri var… Denize olan uzantısıyla kent siluetinde de yer bulan o içkili lokanta hem kültür, hem de ekonomik olarak yıldızlar kadar uzak bize… Birkaç yıl sonra altından sandalla da geçiyor, bir rıhtımın üzerinde olduğunu hayretle öğreniyorum…  
 
Hemen yanında, adı sonradan “Ekipsen”e çıkacak, “acente” denen yüksek pencereli bir yapı var Sürmen’in… Yazları, güvertesinde, içim dışıma çıka çıka yolculuk ettiğim vapurlara meğer buradan bilet alıyormuş babam… Hâlâ ayakta olsa da, her yanını saran zevksizlikle ruhu yitik şimdi… Birkaç adım sonra ulaşılan hele deniz tarafından seyrine doyum olmayan “İşçi Müdürlüğü” binasının, bir dönem Zonguldak’ın sahibi Fransız şirketinin merkezi olduğunu epey sonra öğreniyor, şaşırıyorum…
 
NE BABAMIN ÇALIŞTIĞI ESKİ LİMAN ATÖLYESİ VAR ŞİMDİ, NE EKİ’NİN FIRINI
Kapısı bize hep kapalı Alt Cemiyet’in yanındaki kum deposu, çektirmelerden kum boşaltan vinç uğultularının, kamyon seslerine karıştığı keşmekeşin adı olarak kalmış bende… O karmaşaya gözümü yumup az ötedeki EKİ fırınından gelen ekmek kokusunu çekiyorum içime…  Rüzgârın her yana taşıdığı o koku, üreten Zonguldak’ın bereketinin de kokusu aynı zamanda… İş umuduyla buralara gelen vapurlar dolusu yoksula, “Hepinizi doyuracak ekmeğim var” demek için oraya konuşlanmış sanki…
 
Devran döndü, ben büyüdüm… Ne babamın çalıştığı Eski Liman Atölyesi var şimdi, ne fırın, ne kum silosunun uğultulu sesi… Sürmen gibi, İşçi Müdürlüğü gibi, kentin ruhunu da alarak çoktan gömüldüler tarihe… Dalgalar Mimar Yanko’nun bin bir zorlukla yaptığı rıhtımı ha yıktı, ha yıkacak… Şu sıralar yeni bir proje başladı oralarda… Babamın Mustafa amcayla demir dövdüğü ocağın üstünde iş makineleri dolaşıyor… Bense, oturmuş o mis gibi ekmek kokusu yeniden yükselir mi diye hayal kuruyorum saf saf…