Hükümetin meclise sunduğu yeni yargı paketi üzerine ‘ağzı olan’ konuşuyor.

Hak ve Özgürlüklerin genişletilmesi manasında yapılan kanunlara hep olumlu yaklaştık. Ancak gördük ki, ‘yamalı bohça’ durumundaki Anayasa çerçevesinde, yapılan iyileştirmeler, çoğu kez soruna çare olmuyor. Çare:Yeni Anayasa.

Demek ki;12 Eylül (Kara Eylül) Anayasası’nı yapanları yargılamakla iş bitmiyor.

Demek ki. Bu açıdan bakıldığında, 12 Eylül sonrası yapılan yasa değişikliklerinin tamamı reaksiyon maddesi olarak eklendi.

Günü kurtarmak için eklenenler de var, günlük gelişmelere bakıp, toplumun gazını almak için yapılanlar da.

Bu gün torbaya atılan ve en çok tartışılan maddelerden bazıları, dün de vardı.

Ancak kanun’un lâfzı açısından yoruma açık oluşu, uygulamada ucu açık görüntü çizdi.

Örnek mi? Molotof atan ile taş atan çocuklar aynı tutuldu. Taş atan çocuklarla ilgili yasa otomatikman güdük kaldı.

Karakolda veya olaylarda ‘orantısız güç’ kullanılmasının engellenmesi, gözaltı koşullarının iyileştirilmesi, iki seneye kadar suçların ertelenmesi hep anarşist ve bölücünün değirmenine su taşıdı. Şımarıklık, ‘Devlet korktu’ hizasına çıktı.

Milli Birlik ve Çözüm Süreci adına uzattığımız dostluk eli hep havada kaldı.

Yetmedi; Son günlerdeki Hastane, okul, cami yakma, kurban eti dağıtan çocuğu linç etme gibi olaylarla adeta dostluk elini koparmaya kalktılar.

Tartışılacak maddeler yok mu? Pakette yer alan ‘Makul Şüpheli’ kavramının ucu da açık başı da. Avukatlar dosyalara rahatlıkla ulaşamayacak, adaletin dağıtımında eksiklikler olacağı görüşü hâkim.

Jandarma’nın İçişleri Bakanlığına bağlanması konusunda da tartışma var. Ben de bağlansın diyorum. Ancak, Jandarma İstihbarat birimi aynen kalacak mı? Jandarma’nın haritadaki örgütlenmesi devam edecek mi? Yani, Jandarma yine şehir de inzibat olarak görülecek mi?

Bu maddeler, Meclise geldiği gibi geçecek diye bir kural yok. Tartışılacak. Oy çokluğu ile geçse bile, Cumhurbaşkanı, falanca maddeyi değiştirip getirin demek yetkisine sahip.

Bunu yapacak tecrübe ve güçte biri.

Benim asıl üzerinde duracağım konu: Sosyal Medya vasıtasıyla yapılacak hakaretlerin cezasının ağırlaştırılması.

Ceza iki yıldan beş yıla çıkartılıyor bu paketle. İki yıla kadar cezalar, tutuksuz yargılandıklarından, kimse bu maddeyi ‘ti’ye almıyordu. Bilgisayarın başına oturup, klavyeyi kapan, kendini mevzide hissedip, sosyal medyada (Facebook, Twitter) önüne gelene hakaret yağdırıyor. Şikâyet edip, dava açsanız hiçbir şey yazmıyor. ‘Sert eleştiri hakkımı kullanıyorum.’ deyip çıkılıyor işin içinden.

En kötüsü, hakaretler giderek artıyor.

Olay kahramanları giderek çocuk yaştakiler ile bayanlar tarafına kayıyor.

Olayın mahkeme boyutunda savunma, Hak ve Özgürlük edebiyatı ile Demokrasi zırhına sarılınca, iş uzuyor. Bu saldırılar hep ‘Basın Özgürlüğü’ zırhına sarılıp yapılıyor.

Basın Özgürlüğü mü bu?

Basın Özgürlüğü ve 3 Mayıs (05 Mayıs 2014) tarihli yazımızda anlattık.

Basın Özgürlüğü ; Haber, bilgi, düşünce ve kanaatlerin, kitle iletişim araçları yoluyla, serbestçe elde edilebilmesi, ifade edilmesi ve yayılmasıdır.

Basın Özgürlüğünün gerçekleşebilmesi için; Bilgiye, haber’e ‘Ulaşabilme hakkı’, elde edilen bilgiyi, haber’i, düşünceyi ‘açıklayabilme hakkı’ ve bu bilgi, düşünce ve kanaati, haber, yorum, fotoğraf ve görsel ürünü ‘yayabilme hakkı’ Basın Özgürlüğünün temel unsurlarıdır.

Yoksa, özgür birey etiketiyle karşıdakini karalamak, hakkını gasp etmek, kimsenin hakkı da değildir, haddi de…

İşte, bu tanım çerçevesinde olursa, Basın; Yasama, Yürütme, Yargı’dan sonra dördüncü kuvvet olur.

Zaten o zaman, dış güçlerin basınla ilgi algı operasyonları olmaz. Yasalar günü kurtarmak veya günlük gelişmelere göre yapılmaz.

İşte o zaman;

Dünya da söz sahibi Ülke:Türkiye sloganı ile BM Geçici Daimi komisyonu için yapılan seçimde 60 oy yerine 150 oy alıp seçiliriz.

İşte o zaman: Terör mağdurlarının yanında olduk sözü karşısında, taktığı protez bacağına haciz gelen gaziyi daha iyi anlarız.

Kaldırıldığı için övünülen OHAL’in sonrasında, yakılan, yağmalanan BUHAL’ deki şehirlerin dramını daha iyi tadarız.

Yaptığı Savaş Çağrılarından sonra yakılan ambulans, okul, hastane ve ibadethanelerin halini, seçilmiş bir Milletvekili, Genel Başkan dahi olsa ‘haydi hesap ver’ diye ortaya çıkarız.

İşte o zaman: Ne işe yaradıklarını bir türlü anlamadığımız Akil adamlar yerine ‘çözüm süreci’ ni zevkle anlatırız.

SONUÇ:

Türkiye’nin gerçekleri, hayat’ın gerçekleri gibi.

Yeni bir Anayasa yapılmadığı sürece ‘gelişmeler’ torba ya da tane olarak yasalaşacak. Muhalefet olsun diye ‘istemezük’çülük yapmak yanlış.

Aklının erdiğince, dilinin döndüğünce fikrini söyle. Çorbada tuzun olsun.

İlla da ‘istemezük’ deyip maske takıp molotof atmak, uzatılan dost elini kopartmaya kalkmak mı?

O zaman, ektiğini biçersin.