TABELA ZONGULDAK’I GÖSTERİNCE

Otobandan veya E-5 karayolundan Zonguldak yönünü gösteren tabelaya uyup içeri kıvrıldınız. Otobüste iseniz, zaten yolu biliyordur. Zonguldak sapağını dönüp, mola yerlerinden sonra Eskiçağa’dan aşağı inmeye başladınız. Bir yeşil vadinin içindesiniz. Sekiz kilometre sonra Deller Köprüsü’nde olmalısınız. Ama o tabela kalkalı yıllar oldu. Dağların doruklarında artık madencilerin sesleri de yankılanmıyor. Yaşanılan tarih o günleri çoktan unutturdu. Yalın yürek yürünen yolları geçiyorsunuz. Kısa bir süre sonra aşçılarıyla ünlü Mengen’desiniz. 91 yılının Ocak ayı başlarında binlerce madenci, bu cadde ve sokaklarda sabahlamıştı. Kaç gece yorgan sayıp kış bulutlarını öfkelerini bilemişlerdi iktidara karşı. Hiçbir iz kalmamış bu şanlı geçmişten. Silinip gitmiş. Derin bir ah çekersiniz. Yeridir! Bundan sonrası Zonguldak yoludur artık.

Dorukhan tünelini geçtikten sonra yol kıvrılışlarla uzar önünüzde. Çevreye  şöyle bir göz attığınızda muhteşem bir güzelliğin içinden geçtiğinizi görürsünüz. Hangi mevsimde olursanız olun, değişmez bu durum. Kışsa doğanın sarındığı  beyaz gelinliğin, bu dağlara, ağaçlara ne kadar güzel yakıştığına tanık olursunuz. Bu son derece doğal ve güzel beyazlık karşısında içinizin temizlendiğini, durulandığını, arındığını  duyumsarsınız. İlkbahardan sonbahara kadar yeşil rengin tüm tonlarının yandaki ırmağın çağıltısı gibi size gülümsediğini farkedersiniz. Gökyüzüne yükselen ağaçların narin sallanışlarla bulutlara el salladığını, rüzgarlara şarkılar söylediğini düşünürsünüz. Dar vadi içinde ilerlerken kentlerin betonlaşmış yüzlerinden sonra bu yemyeşil gülümseme rahatlatır içinizi. Denize doğru gittiğinizde  -Bartın  ya da Zonguldak-  sizi kucaklayan bu yeşillikler bırakmaz peşinizi hep  yanınızda gelir sizinle..

Sonbaharda ise bir başka renk cümbüşüdür Devrek-Zonguldak dağları.. Renkli düşler görüyormuşçasına estetik bir duygunun coşkulu esrikliği içinde izlersiniz doğayı. Şuraya bir çadır kursam da kalsam buralarda diye geçer içinizden. Homeros’un  İlyada destanında “Orman denizi” diye tanımladığı dağların yanıbaşında olduğunuzu anımsarsınız. Yüksek atlarıyla sanki rüzgar gibi geçer yanınızdan Paflagonya süvarileri. Bitinyalılar ise Filyos’tan doğru çıkmışlardır Truva seferine. Yolun yanından akan çay da  uyar doğanın yapısına. Bir çok dönemeçten geçer, kıvrılır, daralır, genişler. Devrek’ten çıktıktan sonra Yenice Çayı ile birleşir Gökçebey’in berisinde. Giderek genişleyen vadide Filyos Çayı adını alır. Ünlü “Filyos vadisi”ne daha bol su ve alüvyon taşıyarak ulaşır Karadeniz’e. 

GACA VİRAJININ ÜSTÜNDEN

Eskiden, Devrek üzerinden gelirken kente, Orhan Veli’nin:  “Zonguldak yolundayız./ Dağların tepesinden,/ Birdenbire denizi göreceğiz.” dediği eski Gaca virajlarının üstünden inerken, içinizin dışınıza çıkması pek anormal değildir. Çok sürücü, tepeden döne döne inen bu virajlardan sonra “Bir daha gelirsem bu kente..!” demiştir aşağı indiğinde.. Çaydamar deresinin yanından, önce tren istasyonuna, oradan da kent merkezine gelirdiniz.

Şimdi ise daha kısaldı yolumuz. Mengen’den çıkınca önce Dorukhan tünelinden geçersiniz. Yemyeşil bir deryada büyülü bir kayığın içinde sanırsınız kendinizi. Ağaçlara, bulutlara kendinizce biçimler verirsiniz. Şu yeşil rengin tonlarını sayayım derken Devrek’tesiniz.  Devrek, baston anıtları ve Şair Rüştü Onur’un şiirleriyle kucaklar sizi. Tıpkı 4.Ocak.1991 günü yüzbin maden işçisini bağrına bastığı gibi; yedirip, içirip, yatırıp, yarın yine yola koyduğu gibi. Binlerce madenci sabah Ankara’ya yürümek üzere yola çıkarken “Teşekkürler Devrek” ve “Madenci Devrek’i unutmayacak” diye sloganlar atmıştı. Bu duygular hâlâ yaşıyor eskilerde. Neyse! Geçerken Devrek ekmeği, çöreği, simidi almayı unutmayın. İsterseniz içeride doğal ürünlerin satıldığı “köylü pazarı” da her gün kuruludur. Yakınlarınıza ve dostlarınıza en güzel armağan da Devrek bastonu olacaktır. 

Eskiden iki saati geçerdi Zonguldak. Şimdi normal hızla 45-50 dakika kadar Devrek’ten. Sapça ve Gökgöl tünellerinden  hemen  sonra  ünlü Gökgöl mağarasının önündesiniz. Gökgöl deresi ile Asma deresi az aşağıda kavuşurlar birbirine. Sularında peri kızlarının saçlarını taradığı Gökgöl deresi -ki Sandraca denirmiş o zamanlar bu dereye- suları kömür karası renge dönüşür Asma deresi ile birleşince. Kömür karasını önce madencinin yüzünde görürsünüz bir de karıştığı suların renginde. 

Asma kömür ocaklarının yanından geçersiniz. Geçmişte daimi işçileri barındıran işçi pavyonları biraz daha yukarıdadır. Dar yol sizi Üzülmez’in altından, İnsangücü Eğitim’in yanından, şimdi özel sektöre devredilmiş 69 Ambarları’ndan sonra kente ulaştırır. Kent merkezinde sizi ilk selamlayan “İşçi Anıtı” olacaktır. Zonguldak Maden İşçileri Anıtı, 1986 yılında Genel Maden İşçileri Sendikası tarafından ünlü heykeltraş Tankut Öktem’e yaptırılmıştır. Anıtta madencinin toprak altı yaşamının çeşitli görünümleri sergilenmektedir. Ancak, İşçi Anıtı salt bir anıt değil artık; her türlü basın açıklaması, toplantı, miting bu alanda yapılıyor şimdi. Büyük işçi mitinglerinden ve siyasi toplantılardan sonra kentin sesini duyurma, direncini gösterme, demokratik etkinliklerin merkezidir artık.   

   ÜÇ MEMET BİR ARADA

Dağlardan akan bir başka güzel yeşillik daha kucaklar sizi yolunuz boyunca. Koyu yeşil renkleriyle kentin bir başka simgesidir defneler. Yaslarımızın, süslerimizin, törenlerimizin rengidir, kokusudur yaz-kış dökülmeyen yapraklarıyla. Ama bir de sağlığımızın şifacısıdır çeşitli doğal katkılarıyla. İnsanın ciğerlerini dolduran güzel kokularıyla.. Ne güzel betimler Behçet Kalaycı: “Karadeniz kıyılarında soyunup mit’inden / Gerçek kimliğini bulmuşsun / Dağlardan denize doğru inen / Yeşil bir sel olmuşsun”.. 

Balkaya kayalıkları çevresine geldiğinizde bir başka anıt karşılar sizi. Uzak limanlardan gelen gemileri de önce bu anıt selamlar Karadeniz sahillerinde. “Uzun Mehmet Anıtı”dır bu anıtın adı. 1973 yılında Mimar Yılmaz Soylu tarafından projesi hazırlanmış 3 ay gibi kısa bir sürede yapılmıştır. Ama iki Mehmet daha vardır anıtın yapısında. Biri İşçi Mehmet, diğeri Mehmetçik’tir. Türkiye’de bir tek bu anıtta bütünleşir işçi Memet ile asker Memet..

 Orhan Veli bu anıtları göremedi, ama arkadaşı Oktay Rıfat’ı görmek üzere geldiği 1944’ün Zonguldak’ında: “Güneşli bir günde / Masmavi göreceğiz Karadeniz’i / Balkaya’dan Kapuz’a kadar./ Karış karış biliriz biz bu  şehri;” dizelerini yazdığı  yerler  buralar olsa gerek diye geçer aklınızdan. Yoksa o zamanki Vali’nin damadı Oktay Rıfat mı tarif etmiştir Fener Burnu üzerinden Balkaya’yı, Kapuz’u Orhan Veli’ye, bilinmez.

Zonguldak’a geldiği tarihlerde “İstanbul’u dinliyorum gözlerim kapalı” demiş miydi  Orhan Veli bilmiyoruz. Ancak, dizelerinden  Fener semtindeki   Fransızlar’dan kalan evleri ve onların bakımlı bahçelerini gördüğünü anlıyoruz. /EKİ’nin çiçekli bahçeleri / Rıhtıma kömür taşıyan vagonlarıyle;/ Paydos saatlerinde yollara dökülen / Soluk benizli insanlarıyle”. Kömür dolu vagonları gören Orhan Veli’nin,  kömürü yerin yüzlerce metre altından yerüstüne çıkaran soluk benizli maden işçilerini de dizelerine yansıttığı görülüyor sözcüklerinde.

Kent merkezine gelirken, “Yukarı Çarşı” üstlerinde birleşen Asma deresi ile Çaydamar deresinin kararmış suları üzerine kurulan köprüden geçersiniz. İşte tam da burada yine Orhan Veli’yi anımsarsınız: “Siyah akar Zonguldak’ın deresi;/ Yüz karası değil, kömür karası;/ Böyle kazanılır ekmek parası.”  Sonra Karadeniz’e çevirirsiniz gözlerinizi. Siyah-beyaz fotoğraflardan anımsadığınız eski iskele yerindedir. Eski İşçi Müdürlüğü faaliyet halindedir. Orhan Veli Zonguldak’a geldiğinde şimdiki liman daha yapılmamıştır. Çeşitli tonajdaki gemiler kendilerini mendireğin arkasında güvenceye almıştır. Ancak, Orhan Veli’nin şair gönlü açık denizlere hüzünlü bir özlem içindedir: “ Gemiler vardı... limanda gemiler,/ Her biri başka bir ufka gider.”

ÜNLÜ GAZİ PAŞA CADDESİ

Artık kentin ünlü Gazipaşa caddesindesiniz. A.Turgut Etingü’nün arkadaşı Muzaffer Tayyip Uslu’ya: “Sen ve ben / Her gün 844 adımlık yolda / Tüketmekteyiz ömrümüzü /..”, dediği yolda yürürsünüz. Renkli vitrinler, araçlar, insanlar. Gazipaşa turu Yağcılar’dan başlar, iskelede biter, sonra geri dönersiniz. Eski Halkevi’nin eski Belediye binasının, şimdiki Belediye Kültür Merkezi’nin önlerinden karşıya baktığınızda, vilayet binası önündeki görkemli Atatürk Anıtı’nı görürsünüz. Laik, demokratik ve sosyal bir hukuk devleti olan Türkiye Cumhuriyet’in büyüklüğünü duyumsarsınız, 10.Yıl Marşı’nın coşkusu  doldurur içinizi. Hemen alt kısmında yağız bir Türk askerini simgeleyen yüksek boylu bir anıt daha vardır: Üzerinde adları yazılı yiğitlerimiz için yapılan Şehitler Anıtı. 30. Ağustos. 2000 günü açılan anıtın arkasındaki fonda;  yurdumuzun iç güvenliğini koruma mücadelesinde genç yaşta yaşamdan kopan yiğit gençlerimizin özlem dolu düşleri gibi mavilikler uzar gider enginlere. Yandaki parkın adı ise İsmet Paşa Parkı’dır. Parkın içinde yine çok anlamlı bir anıt daha vardır: İsmet İnönü Anıtı. Kaidesinde; “Bir ülkede namuslular, namussuzlar kadar cesur olmadıkça o ülkede kurtuluş zordur.” cümlesi yazılıdır.  Atatürk ve İsmet Paşa anıtlarını ünlü heykeltraş Zühdü Müridoğlu iki yıl içinde yapmış, anıtlar 1946 yılında büyük bir törenle açılmıştır.

Buraya kadar gelmişken şöyle limana doğru bir tur atmak ister canınız.  Siyah-beyaz fotoğraflardan aklınızda kalan ünlü “eski iskele”yi ararsınız. “Zonguldak’ın önünü açmak isteyenlerce” yıktırılmıştır üzerindeki ünlü Sürmen lokantası ve Belediye memur yemek ve çay salonu  ile birlikte. “Eski Acente binası”  çayhane olmuştur. Hele yanındaki Fransızlar’dan kalan tarihi eski İşçi Müdürlüğü binası, yerle bir edilerek tarihin sayfalarına gömülmüştür. Yukarıda eski TTK Genel Müdürlüğü binasının burnunun dibindeki ünlü “Teneke Mahallesi” yıkılmış, yerine  görkemli TSO binası dikilmiştir. Sağ tarafınızda Gazeteciler Cemiyeti’nin yeni  binası, yanında  Orduevi vardır. Yolunuzun üstünde ise TMMOB Maden Mühendisleri Odası’nin tarihi binası, eski adıyla “Maden Mühendisleri Cemiyeti” binası,  -ki  hala “Cemiyet” diye ananlar çıkar-  vardır. Yoruldunuz ise lokalinde Zonguldak’a, limana ve Karadeniz’e karşı bir demli çay içebilirsiniz. Çıkarken “akşam muhabbeti”ne gelmeyi de yazarsınız aklınızın bir köşesine.

Bu binanın yola bakan yüzünde büyük bir Atatürk fotoğrafı vardır duvara gömülü. Siz bunun  nedenini düşünürken binanın bitişiğinde denize doğru dar bir beton yol görürsünüz. Bir büyük fotoğraf ve bir tarih aklınızın çengelinden kurtulur ve denizle yolun birleştiği yerdeki iskeleye kurulur. Tarih, 26 Ağustos 1931’dir. Mustafa Kemal bu küçük iskeleden Zonguldak topraklarına ilk adımını atmıştır.   Bu kent için çok büyük anlamlar taşıyanZongulddak’ın derin topraklarındaki serveti madeniye ne kadar kıymetli ise  bizim nazarımızda Zonguldak da o kadar kıymetli bir vilayetimizdir sözlerini bu gezisinde söylemiştir. Hemen önünüzde üzerinde 1848 tarihi yazılı olan, çok eskiden gemilere kömür yüklemesi yapılan  bir tesis vardır.  

      MADEN ŞEHİTLERİ ANITI

Ayaklarınız sizi daha ilerilere doğru çekecektir. Sağınızdaki kayalıklar üzerindeki bir zemine  sarı plakalara işlenmiş yüzlerce, binlerce isim göreceksiniz. Altlarında doğum ve ölüm tarihleri de yazılıdır. Birçok  kentte;  bu güzel, yalnız, başı dumanlı  ülkemizin kurtarılmasında, bu güne değin korunmasında, savunulmasında canını yiğitçe vermekten kaçınmayan Mehmetçikler’in adlarının yazılı olduğu  anıtlar vardır. Ama, böyle bir anıt Türkiye’nin hiçbir kentinde yoktur.   

2003 yılında açılan  “Zonguldak Havzası Maden Şehitleri Anıtı”nda; maden ocaklarında (bölgede kömür üretimi 1840’larda başlar) kaza, göçük, grizu gibi olaylarda yaşamını yitiren -mezarları bilinmeyenler dışında-  beş bine yakın maden şehidinin adları yazılıdır. Bu adların yazılı olduğu plakalar ne yazık ki her geçen gün çoğalıyor. Burada maden ocaklarındaki kazalarda yaralanan, çeşitli organlarını yitiren işçilerin adları yoktur. Bölgede binlerce “maden gazisi”nin olduğu da akıldan çıkarılmamalıdır.

Bu anıtın önünde, tüm gördüklerinizi anımsayınız. Sonra 150 yılı aşan kömür üretim sürecinde yeraltından yeryüzüne kazma kürekle çıkarılan yüzbinlerce ton kömürü  düşleyiniz.   Bu kömürü çıkarmak için canlarını yitiren, kolu bacağı toprağa gömülen yiğit maden işçilerini düşününüz. Zonguldak’tan alınan bu enerji ile Cumhuriyet döneminden başlanarak  uygarlığın Anadolu’ya taşınması çalışmalarını gözönüne getiriniz. Ancak o zaman bu kente neden “Emeğin Başkenti” denildiğini daha iyi anlarsınız.

Mendireğin arkasına dolandığınzda artık coşkun Karadeniz ile başbaşasınız. Varsa derdinizi ummana dökebilirsiniz. Aman dikkatli olun! Deniz dalgalı ise buralarda durmanız, gezinmeniz hiç önerilmez. Zira öfkelendiğinde mendireği metrelerce aşan dalgalar sizi de götürebilir..

ÜRETEN VE YARATAN BİR KENT

Zonguldak’tasınız. Üreten ve yaratan bir kenttesiniz. Topraklarındaki maden kömürünü, gün yüzüne çıkarmak için, iş ve ekmek  arayan insanlara sıcak kucağını açan,  umutlarını sırtlarına vurup, otuzu aşkın ilden gelen  insanları barındıran yerdesiniz. Dağdan kırdan gelen “köy insanı” burada “sanayi işçisi” olmuştur, “üretim kültürü” kazanmıştır.  Bu kent, bağrına bastığı insanlarla ülkemizin kültür harmanını yansıtan büyük bir ayna gibidir. Bu nedenle emeğin harman olduğu yerdir. Emekçinin, kazmayı küreği kuşanarak, insan gücünün destanını yazdığı karaelmas diyarıdır.  

Bu ulusal değer ve önemdeki toprak parçasını aziz kılan; cephede ve madende şehit olanları yüreğinde kucaklaması, toprağında saklamasıdır. Yerin yedi kat dibinde azraile meydan okuyarak ekmeğin en namuslusunun yiğitçe kazanıldığı; kömürü üreten güçlü ellerin demiri biçimlendirdiği, çeliğe su verdiği, hak arama günü ise yumruk olduğu yerdir Zonguldak.

  Zonguldak, salt “kömür-demir-işçi ve maden şehitleri”nden ibaret bir kent değildir elbette.  Siyah, yeşil, mavi renklerin tüm tonlarıyla  kucaklaşan sahilleri tarifsiz doğal güzellikler sergiler kıyılar boyu. Mavi-lacivert deniz, kayalıkların altına serilen beyaz köpükleriyle dantela gibi örer kıyıları. Yılın üç-beş ayında görünen güneşinin, kentin doğu yüzünü kızıl alevler içinde bırakan harika gün batımı görünümleriyle de insanı büyüleyen, düşlere salan  bir kenttir Zonguldak.

Geceleri bir başka güzelliği yaşarsınız Zonguldak’ta. Hele “altın tastaki su” gibi limanı gören bir evde oturuyorsanız eğer.. Küçük dalgacıklar binlerce yıldır bitmeyen bir şarkıyı mırıldanır gibidir kulaklarınıza. Göz kırpan binlerce yıldız altında yakamozlanan denizin dalgaları kimi zaman içli ağıtlar, kimi zaman coşkulu türküler atar sahillere..Yüz yıllık Deniz Feneri, binlerce kez turlar deniz ufuklarını. Bir saniye boş durmaz Fener, “Ah Gülcemal! , Ah Tarı, nerdesiniz!” demeden de edemez karanlık boşluklara uzatarak ışıklarını!.

ÖZEL BİR KENT ZONGULDAK

Zonguldak’ı kime sorsanız; kömür, işçi, para kapısı olarak, “Türkiye’nin Almanyası” gibi algılandığını görürsünüz. Bu durum Zonguldak içinde ve dışında da hep böyleydi son dönemlere kadar. Ülkemizdeki tanımlanmasıyla “kömür ve işçi kenti Zonguldak”ın adı yurt genelinde ancak, büyük göçükler ve grizu patlamalarında yitirdiğimiz insan değerleri ile duyulur. Yaşananlar gazete sayfalarında, acılar yüreklerde kalır hep..

Coğrafi alan olarak Karadeniz’in ikinci büyük iliydi Zonguldak haritalarda. Siyasi tercihlerle önce Karabük koparılır 1991’de, sonra da Bartın 1995’de. Ufalanır siyasetin elinde kömür kenti; hem toprak, hem  nüfus kaybına uğrar büyük ölçüde.

Ancak, Zonguldak’ı sıkıştırıldığı bu coğrafi sınırlar içinde düşünmek yanıltıcı olabilir. Topraklarında, milat öncesi dönemlere uzanan dört bin yıla yakın bir tarihin  ve çeşitli uygarlıkların izlerini görürsünüz.  Kömür üretimi ile birlikte farklı dinsel inanış, kültür ve yaşam biçimi olan insanlar, yüz yıla yakın bir zaman diliminde bu kentte birlikte yaşamıştır. Zonguldak, bir çok Anadolu kentine göre müzikle, sporla, sinemayla, balolarla, gazeteyle çok erken tanışmıştır. 1920’li yıllardan  başlayarak Zonguldak Batılı yaşam tarzı ile içiçedir.

Bugün, tüm ülkeyi kucaklayan insan yapısı, mavinin yeşille kucaklaştığı tarifsiz doğal güzellikleri, kentten taşan bilgi ve kültür birikimi, kısa bir sürede büyük gelişmeler gösteren üniversitesi; ayrıca yazarları, şairleri, araştırmacıları, ressamları, karikatürcüleri, fotoğrafçıları, el sanatçıları ile de “insan yüzü”nü de sergileyen bir özel kenttir Zonguldak..(Aralık.2010)