Günün ilk ışıklarıyla gözümü açtığımda İstanbul Valisi Hüseyin Avni Mutlu’yu dinlerken kapıldığım öfke hiç gitmemiş daha da büyümüştü içimde.  Hemen televizyonu açtım, tüm haber kanalları canlı yayındaydı yine. İşçiler ara sokaklarda yeni yeni toplanıyordu. Çok şükür ki gaz kokusu yoktu henüz. Biraz bakındıktan sonra yazı yazmak için oturduğum bilgisayarda daha birkaç kelime yazamadan internetten ilk müdahale haberi geldi. Polis sabahın köründe saldırıya geçmiş, toplanmaya çalışan gruba gazla müdahale ederek dağıtmıştı habere göre. İçimde biriken öfke sunturlu bir küfre dönüştü bir anda. İşçi düşmanı AKP, özgürlükçü maskesini çıkarmış emekçilerin üzerine acımasızca saldırmıştı. Polis, çevredeki herkese haşerat muamelesi yapıyordu…

 

Emekçiler için Taksim, vazgeçilemez bir kutlama alanıydı oysa. 1977’de, DİSK’in öncülüğünde, yüz binlerce yürekle coşku içinde kutlama yaparken üzerlerine açılan ateşle 34 emekçi hunharca katledilmişti... Ardından, tam bir “yavuz hırsız” örneği yaşandı ülkede. Suçlular değil de mağdurlar cezalandırarak, Taksim emekçilere kapatıldı. Onca yasaklamaya, copa, panzere, biber gazına, kimi zaman ölümle sonuçlanan saldırılara karşın, emekçiler her yıl, her yıl yürüdü Taksim’e. 1 Mayıs’ta Taksim’e gitmemek demek, sınıfsal hafızayı silmek, çekilen çileleri unutmak demekti. Bunca acının boşuna yaşandığı, 1 Mayıs’ları var etmek için yaşamlarını verenlerin boşuna öldüğü anlamına geliyordu. Buna izin verilemezdi, öyle de oldu… Uzun erimli mücadele sonucunda 1 Mayıs resmi tatil olurken, Taksim emekçilere sonuna kadar açıldı…

 

İŞ EKMEK YOKSA BARIŞ DA YOK

Adına tam da “barış” konulan bir süreçte, Türkiye kangrene dönüşen, tüm insanlarında derin travmalar yaşatan kadim bir sorunu ile hesaplaşırken, AKP hükümeti, tarihin bir ironisi gibi emekçilere savaş ilan etti adeta, Taksim sudan bahanelerle bir kez daha yasakladı. Emekçiler, “İş ekmek yoksa barış da yok” sloganı ile alandaydı çoktandır. Bu kez haykırıyorlardı, “1977’de Taksim’i kana bulayan provokasyon aydınlanmadan, Sivas’ın Çorum’un, Maraş’ın katilleri ortaya çıkarılmadan, barış olmaz.” Taksim AKP’nin turnusolü olmuş, aslında barışçı değil savaşkan, özgürlükçü değil yasakçı olduğunu ortaya çıkarmıştı ayrıca… AKP’li muktedirlerin, “Canım isterse alanı açarım, istemezse açmam. Ben ne dersem o olur”  keyfiyetine de güçlü bir itiraz yükseltmişti aynı zamanda.  Emekçiler AKP’nin kulu, sermayenin kölesi değildi, olamazdı da zaten…

 

Bu duygularla geldim Zonguldak’taki alana. Eski tüfekler sıfır fire ile oradaydılar. Bin yıl yaşayası Temel Amca (Kalaycı) her zamanki gibi almıştı yerini, Taksim’de yaşananların öfkesi ile burnundan soluyordu. Son birkaç mitinge göre katılım bir parça düşük olsa da, fena sayılmazdı yine de. Beş bine yakın bir insan toplanmıştı. Katılımın çoğunu oluşturan işçi sendikalarında, coşku neredeyse sıfırdı. İstasyon meydanından Madenci Anıtı’na hiç slogan atılmadı desem, yalan söylemiş olmam. Atılan sloganlarda sade suya tirit cinsindendi, hiçbir siyasal hedefi yoktu çünkü… Birçok grubun önünde yer alan davul zurna bile coşkuyu tırmandıramıyordu. Çevredeki polis sayısının her zamankinden az olması, “Polis, bu yıl 1 Mayıs’ı Taksim’de kutluyor” şakalaşmalarına neden oldu…

 

GAZ ALMA OPERASYONU MU?

Tertip Komitesi grupların zamanlamasını planlayamadı. Alana ilk girenle, en son gelen grup arasında bir saatten fazla zaman farkı olunca, dağılmalar oldu. Buna bir de tek konuşmacı olarak kürsüye çıkan GMİS Genel Başkanı Eyüp Alabaş’ın hitabeti düzgün ama temposuz konuşması eklenince, mitingin sonunda sahne alacak Hilmi Yarayıcı’yı bekleyenler dışında çok az insan kaldı alanda. Eyüp Alabaş, AKP’nin A’sını ağzına almadan bir konuşma yaptı yine. Soyut bir hükümet ve Ankara eleştirisiyle vaziyeti adeta idare etti. Taksim’de yaşanan olaylara değinirken, işçilere alanı açmayan AKP hükümetini bırakın kınamayı, en küçük bir eleştiri bile getirmedi. Ne yalan söyleyeyim, genel başkan olduğundan beri, bir yandan, 1 Mayıslara ayrı bir önem vererek madencilerin yoğun katılımını sağlarken diğer yandan siyasal dili düşük konuşmalar yapması, “bir tansiyon düşürme, gaz alma operasyonu mu yapıyor” sorusunu aklıma getirmeye başladı.

 

 

Doğrusu ya, Hilmi Yarayıcı’nın sahneye çıkmasıyla coşku da, nitelikte değişiverdi bir anda. 1 Mayıs marşı ile başlayıp, Çav Bela ile dorukladığı performansı, herkesi coşturdu. Madenci Alanı halaylardan oluşan tek yürek oluverdi türkülerle. İşte 1 Mayıs buydu. Egemenlere, her yanından ahlaksızlık sızan kapitalist düzene, cinsiyetçi, etnik, kültürel, sınıfsal baskılara başkaldırının adıydı 1 Mayıs. Devrim şarkıları çınlanmalıydı alanda. Din, dil, ırk, milliyet farkı yaratacak hiçbir bayrağın altına sığmazdı, o yüzden kızıldı rengi. Şarkılara coşkuyla eşlik ettim. Ellerim patlayıncaya kadar alkışladım ekibi. Alandan ayrılırken, bir akşam önce aldığım kararım kesindi. Bundan sonra iki elim kanda da olsa her 1 Mayıs’ta Taksim’de olacaktım. Coşkuysa coşkuyu dibine kadar yaşayacak, bahtıma polis copu, biber gazı düşerse karşı çıkarak da  olsa kabul edecektim. 1 Mayıs’ı Türkiye’de 1 Mayıs yapmak için canını veren 34 insanın aziz hatırası bizden bunu bekliyordu çünkü…