Değerli okuyucular, bugünkü yazıma başlamadan önce son yazdığım yazıyla ilgili bir not yazmam gerekiyor. Hatırlayacaksınız; ''IQ'muz Ne Kadar'' başlıklı bu yazımda sorduğum bir bilmeceyi ilk çözeni ödüllendireceğimi söylemiştim. Ödül olarak da,  kendisine yemek ısmarlayacağımı ve Zonguldak'ın en zeki insanı olarak ismini yazacağımı duyurmuştum. 

Değerli okuyucular, tabii ki bu bilmece hikayesi yazıya eğlence katmak için yapılan bir espri idi. Yoksa Zonguldak'ın en zeki insanını seçmek benim haddim değildir. Ama buna rağmen bu basit şakayı bile ciddiye alıp, buradaki espriyi bile anlamadan bana sataşan da oldu. Bunu da doğal karşıladım. Zira, dediğim gibi, Türk milletinin zeka ortalamasını aşağı çeken bir kitle de var! Onlar fikirle cevap veremedikleri yerde hakarete ve hatta küfre kadar varabiliyorlar. 

Çok şükür ki Zonguldaklıların büyük bir çoğunluğu çok zeki insanlardan oluşuyor. Bunlardan biri bilmeceyi hemen çözen elektrik mühendisi Özgür Urhan'dır. Kendisini tebrik ediyorum. Zaten Zonguldak'a gittiğimde de arayacağım ve kendisi ile tanışmak amacıyla, söz verdiğim gibi,  yemeğe de davet edeceğim. Ayrıca yazıma yaptığı katkıdan dolayı da müteşekkirim. Yine, bilmeceyi kısa zamanda çözdükten sonra, ilaveten, yazıma yaptıkları katkılardan dolayı Erdi Yaman, Osman Güler, Şenol Pilavcı, Esra Saka, Rahmi Karademir,  Nurettin Yılmaz ve Nevzat Emir kardeşlerime de teşekkür ediyorum. 

Bu arada, unutmadan; bence IQ'su süper bir Zonguldaklı olan kadim dostum mimar Turan Demirtaş'a, telefonla beni arayıp verdiği destekten dolayı şükranlarımı arz ediyorum. 

Bilmecenin doğru cevabını yazının sonunda bulacaksınız.

 

******

 

Şimdi bugünkü yazıma geçiyorum.

Bu sefer size bir hikaye anlatacağım. Ama bu hikaye ile ilgili yorum falan yapmayacağım. Yorumu tamamen size bırakıyorum.

Zengin bir adam ölmeden önce oğluna şöyle diyor: ''Oğlum sana iki küp altın bırakıyorum. Ama bu altınlar yüzünden başın belaya girebilir; sana bu altınları yedirmezler. Bu yüzden, git  memleketin en namlı eşkıyasını  bul. Ona seni koruması karşılığında küpün birini ver.''

Çocuk babası öldükten sonra; onun vasiyeti gereği memleketin en namlı eşkıyasını aramaya koyulur. Sorup soruşturur ve kendisine, Sepetçioğlu'nun en namlı eşkıya olduğu söylenir.

Hemen gidip Sepetçioğlu'nu bulur. Babasının vasiyetini anlatır ve bir küp altını da ona vermek ister. Fakat Sepetçioğlu altınları almaz ve ona, ''Kardeşim sen yanlış kişiye geldin. Memleketin en namlı  eşkıyası ben değilim. Benden çok daha büyüğü var'' der. Çocuk, ''Ya kim?'' diye sorunca da, ''Erzurum kadısı!'' der. Çocuk buna şaşırır ama mecburen Erzurum kadısına gider. Babasının kendisine iki küp altın bıraktığını ve eğer kendisini korumayı kabul ederse bunun karşılığında bir küp altını ona vereceğini söyler.

Kadı biraz düşünür ve ''Ben bir kanun adamıyım. Kanunsuz iş yapamam'' der. Sonra da çocuğa pencerenin önüne gelmesini söyleyerek eliyle karşıdaki  tepesi karlı dağı gösterir. ''Şu dağı görüyor musun?'' Çocuk ''görüyorum'' deyince de; ''İşte o dağ benim. Tabii ki üstündeki karlar da benim. Gel seninle bir sözleşme yapalım. Dağın üstündeki karları sana bir küp altın karşılığında satayım. Böylece yasal işlem yapmış oluruz!'' diyerek bir anlaşma önerir.

Çocuk tabii ki bu öneriyi hemen kabul eder. Satış işlemleri hemen yapılır.  Çocuk zaten gözden çıkardığı altınları Kadı'ya vererek kendisini emniyete almanın huzuruyla oradan ayrılır.

Fakat aradan çok geçmeden ''Erzurum Kadısı seni istiyor'' diye çocuğa bir haber gelir. Çocuk Kadı'nın yanına varınca; Kadı yine çocuğu pencerenin önüne götürür. Aralarında şöyle bir konuşma geçer: ''Şu dağı görüyor musun?'' ''Evet görüyorum.''  ''O dağ kimin?''  ''Sizin efendim.''  ''Peki, üstündeki karlar kimin?''  ''Onlar da benim efendim.''  ''O karları derhal oradan kaldır; dağımı işgal etmesinler!''  ''Aman efendim, ben o kadar karı nasıl kaldırırım? İmkansız!''  ''O zaman, dağı işgaliye parası alırım. Onun karşılığı da bir küp altındır. Diğer küpü de getir, yoksa seni hapse attırırım!''

Zavallı çocuk çaresiz diğer küpü de Kadı'ya vermek zorunda kalır.

Çocuk, üst düzey bir devlet görevlisinin böyle davranmasını bir türlü kabul edemediği için; hayal kırıklığı ve öfke ile Kadı'nın odasından çıktıktan sonra kendi kendine ve yüksek sesle şöyle söylenir:

''Sepetçioğlu'na eşkıya deyip de Erzurum kadısına da kadı diyenin anasını avradını...!''

Hikaye burada bitti! Durup dururken bu hikayeyi niye yazdığımı da anlatmayacağım!..

 

******

 

Şimdi de bundan önceki yazımda sorduğum bilmecenin cevabını vereceğim. Ama önce, okumayanlar için soruyu tekrar hatırlatayım.

Köylü Mehmet Ağa'nın üç oğlu 17 tane de keçisi varmış. Ölürken, keçilerin yarısını büyük oğluna, üçte birini ortanca oğluna ve dokuzda birini de küçük oğluna bağışlamış. Fakat babaları öldükten sonra oğlanlar bu taksimatı bir türlü yapamamışlar. Sonunda köyün bilge kişilerinden Hacı Sadullah Ağa'ya danışmaya karar vermişler. O da olayı hemen çözmüş. Bakalım nasıl çözmüş.

Oğlanlar babalarının vasiyetini anlattıktan sonra, 17 keçiyi matematiksel yollarla bir türlü pay edemediklerini söylemişler. Eğer 18 keçi olsaydı hesabı kolayca yapabileceklerini de ilave etmişler.

Bunun üzerine Sadullah Ağa şöyle demiş: ''Rahmetli babanız benim yakın arkadaşımdı. O zaman bir keçi de ben vereyim de hesabınız kolay olsun.'' 

Oğlanlar Sadullah Ağa'nın verdiği keçiyi de alıp sevinçle eve dönmüşler. Kağıdı kalemi alıp şöyle bir hesap yapmışlar: Büyük oğlana 18/2 = 9 keçi; ortanca oğlana 18/3 = 6 keçi; küçük oğlana da 18/9 = 2 keçi düşmüş. Sonra bu hesabın sağlamasını yapmak için paylarına düşen keçileri toplamışlar. Bir de bakmışlar ki 9+6+2 = 17 ediyor! Yani 18- 17 = 1 keçi artmış!

Hemen tekrar Sadullah Ağa'ya koşmuşlar. ''Ağam biz hesabı yeniden yaptık. Hesap hatası yok ama bir keçi arttı. Onu ne yapacağız?

Sadullah Ağa da ''İyi ya! Çocuklar, verin o zaman benim keçimi geri!'' demiş.

Görüyorsunuz çözüm çok basit. IQ'yu biraz çalıştırmak yetiyor!

Hoşça kalın, kendinize iyi bakın!..