Bir gün bir genç yolda atının üzerinde ilerlerken yaşlı bir adam yanına gelir ve “Oğlum ben yaşlıyım bineğim de yok, izin ver de atına ben bineyim sen yaya yürü" der...

Genç, “Tamam amca gel bin” diyerek attan iner ve yaşlı adam ata biner. Genç adam, amcanın yüzüne tebessüm ederek yanında yürür. Yaşlı adam bir iki adımdan sonra atı hızlandırır ve kaçmaya başlar. Maksadı atı çalmaktır.

Atının çalındığını gören genç adam ise arkasından şöyle seslenir:

“Amca, sen benim atımı değil huyumu çaldın. Benim evde bir tane daha atım var, ben ona da binerim. Ama bundan sonra her kim benden atımı isterse asla vermem”
der.

Bir insanın güzel bir huyunu çalmak,

* Onun kalbini bozmak,

* Vicdanını fesada uğratmak,

* Kişinin güzel cevherlerle donatılmış kalbini alıp pisliğe bulamak.

* Bu davranışlar aynı zamanda dünyaya fesat tohumları serpmek demektir. Elbette ki o tohumlar gün gelip filizlenecek, ağaç olacak ve zehirli meyvelerini verecektir.!!

             
***

Bugün yaşadığımız düzeysizlik tam da bu işte…

Bir insanın iyilik duygusunu, yardımseverliğini yok etmek…

İyilik yaptığına pişman etmek…

Yani huyunu çalmaktır. 

Bir de işin kötü örnek olma boyutu var.

Kaçak kat, kaçak balkon, kaçak yapı, kaçak kesim…

Liste uzar gider.

Kaçak yapılar, göz yummalar, adamına göre muameleler, işe gitmeden maaş almalar…

Bunlar insanları zehirliyor, toplumun değer yargısını bozuyor.

Karakterlerdeki bir boşluk dönüyor dolaşıyor, sahibini buluyor.

Anlayacağınız, şeytanın aklına gelmeyen düzenbazlıklar, karakteri bu işlere meyilli olanları anında avlıyor.

Güzel insanları ise canından bezdiriyor.

Artık özü temiz olanların bile “Lanet olsun içimdeki insan sevgisine” dediği bir dönemi yaşıyoruz.

Allah
sonumuzu hayır etsin.

Garip bir çağda yaşıyoruz.

Hani, Çin devletini pek sevmem ama insanlığa katkı veren hangi milletten olursa saygı duyarım. Eski dönemlerde Çinliler, birisine çok kızdığı zaman, “Garip bir çağda yaşayasın!” diye beddua ederlermiş.

Sanırım o günler, bugünler…

‘Kaçak’ların alayına karşıyım!

Gelelim Zonguldak’a…

Belediye Başkanı Selim Alan, depremzedeleri ziyaret etmek amacıyla Elazığ’a gitti. Depreme dayanıklı, mevzuata uygun bina yapımının önemini yerinde gördü.

Bu saatten sonra deprem ve maden mevzuatına tabi olan Zonguldak’ta yüksek binalara göz yumulmaması da bizim beklentimizdir.

Yasalara uygun olmayan hiçbir yapılaşmaya asla izin verilmemelidir. Şehrin içine eden binalara dur denilmelidir. Kaldırımlarda üç beş kuruş kazanmak için uğraşan kişilere karşı nasıl mücadele ediliyorsa, aynı kararlılığı büyük balıklara karşı da görmek isteriz.

Yollarımıza bina yapan, kaldırımlarımızı daraltan ve bir türlü doymak bilmeyen aç gözlü balinalara da artık kırmızı kart gösterme zamanı gelmiştir.

Önceki dönemlerin partileri ve belediye başkanları bunu başaramadı. Şimdiki dönemin belediyesinden bunu beklemek kamuoyunun ak sütü gibi hakkıdır, nitekim!  

Doğurdukça doğuran TTK Memurlar Lokali, Kadırga yokuşunda yola düşecekmiş gibi duran yüksek yüksek binalar, Emirgan yokuşunda doğa harikasına karşı dikilen inşaat, Milli Egemenlik caddesinde denize sıfır mekanlar ve daha saymakla bitmeyecek kadar utanç verici bir sürü skandallar…

Eminim bu ve benzeri örnekler çok normalmiş gibi gelecek sizlere.

Çünkü alıştırdılar…

Kurbağa örneği
nde olduğu gibi alıştıra alıştıra ısıttılar suyu.

Sonra verdiler coşkuyu…

Şu anda bunları yazmak çizmek, ‘bu yanlıştır’ demek, toplum vicdanında yankı bulmuyor.

Bulsa da “Böyle gelmiş böyle gider” denilerek yılgınlık duvarına tosluyor.

Şartlar ne olursa olsun.

Davranışlarımıza kötü tesir eden ve toplumuzu zehirleyen bu hırsızlara asla müsamaha göstermek yok!