Cinsiyet ayrımcılığı elbette tasnif edilemez, lakin dünya var olduğundan beri acımasızca her iki cins üzerinde ama daha çok kadınlar üzerinde uygulanan cinsiyet ayrımcılığının akıldışı, çağdışı bir gerçek olduğunu da yadsıyamayız.
Gereksiz uygulanan bu ayrımcı şiddetin, özellikle kadınların kendilerindeki gücün farkına varamadan bu yaşamdan göçüp gitmeleri ve pisipisine harcanan bir yaşam hakkının da sorgusuna parmak basıyor.

Ancak öğretiler ve kabul görmüş standart dayatmalar, bu yolda ne yazık ki bir ışık tutmuyor değişim ve dönüşüm yoluna.
Kadının gücünden tedirgin olan erkek otoritesi, kendine belirlediği saflarda tabiri caizse at oynatıyor. Doğurganlık dışında tüm köşeleri zapt eden zihniyet, bencillik ötesi ego ile şov yapmaya da devam ediyor. Oysa asıl farklılık, asıl güç, asıl kutsiyet doğurganlık temasının içinde gizli.
 
Buna rağmen ezik ve sindirilerek yetiştirilen kadınlar, her türlü şiddete göğüs gererken ve her türlü sapıklığa, sapkınlığa sessiz kalırken, kendilerini, kendileri kurban ediyorlar bir bakıma. “Hak verilmez alınır” deneyinde cesaret yoksunu olmak tercihin bir başka yüzü. Dirayet gösterememe acizliği ve gereğinden fazla ödün verme bonkörlüğü, birbirini düğümlüyor, beraberinde de karşı cinsin ekmeğine yağ sürüyor!

Bunun sosyolojik olarak altında yatan gerçeğinin tam manasıyla tarafsızca irdelenebilmesi, sanırım imkân dışı. Her iki cinsin biyolojik olarak yer değişimi, empati beceriksizliğinde ihtiyaç doğuruyor, üstelik olanaksızlığını bile bile. Saptamalar çoğunlukla varsayımlar üzerinden şekilleniyor, hisler cinsiyet farklılığında sığlaşabiliyor çünkü. 
Zira doğurganlık faktörü bu kodlamanın tamda merkezinde duruyor.

Kadın otoritesini sanırım doğurganlığında sarsıyor ve annelik zaafında erkek çocuklarından başka bir zırh geliştiriyor dünya döngüsüne. Öncelik ve tolerans erkek cinsine veriliyor, yaşam düzeninde sadece erkeğin gücüne, liderliğine fırsat ve destek verilmesi, doğurganlığın anaçlığın zaafı olsa gerek.

Yaşamda erkeklerin daha çok hata yaptığını ve çok çabuk hatalarından sıyrıldığını görürüz. Kadınlar ise hata olarak kodlanan ve inançlar üzerinden zihinlere yüklenen öğretilerin, vicdan muhasebesinde çok zaman kaybederler. Ve ruh sağlıklarını da çok çabuk zedelerler, iyileşme esnasında kaybedilen zamanı karşı cins acımasızca kendi lehine kullanır...
Ahlak üzerinden tüm sorumluluk neredeyse tamamen kadınlara yüklenmiştir örneğin. Erkeklerin özgürlük olarak nitelendirdiği her şeyin karşılığı kadınlarda tutsaklık olmuştur.
 
Bu sistemin gelişiminde elbette kadınların yine doğurganlıklarının neticesinde şekillendirdiği, her iki cinsin, toplumların gelenekselleştirdiği(!) kodlarının biçimleriyle, yaşam yolculuğuna karıştırılma gerçeği de başı çekendir. Öğretiler aslında erkeklerin süzgecinden geçip kadının zihnine yüklenmiştir. Özgürlükler, çifte standart doğurmuştur bencillik doyumsuzluğunda.
Erkeklerde kişisel özgürlük olarak otoriteyi perçinleyen ilk farklılık, cinsellik üzerinedir. Erkekler cinsellik üzerinden dünyaya meydan okurlar.

Onlar için bir kadının bedeninde tatmin olma gerçeği göz ardı edilebilir örneğin. Onlar için bir kadının cinsel mutluluğu da hiç sayılabilir. Sadece kendi mutlulukları ve güç saydıkları erkeklikleri önemlidir zira daha çok bel altından dünyaya ve kadına bakarlar. Güç beyinden önce bel altına endekslidir erkek zihninde.
Kadın cinsel objedir onlar için, kutsiyet yükledikleri, ayrımcılık ile sınıflandırdıkları kadınlar, gerçeği değiştirmez, göz boyarlar kendilerince ama sadece kendilerince!

Kadına namus sorumluluğu yükleyenler, namussuzluğun dibine vuranlardır oysa.

Tek eşlilikten dem vuranlar, uçkurunu nerede çözdüğünü hatırlamayanlardır aslında.

Kadın vicdanına cenneti cehennemi yükleyenler, kendilerine her fırsatta her koşulda huri seçenlerdir.

Kadına, kadınına yetemeyen erkekler ise fiziksel şovlara başvuran ve şiddetin içinden kendine güç arayan zavallılardır.
Terazinin dengesi tek tarafa eğildiğinde durup diğer tarafın hassasiyetine de bi bakmak lazım.

Bütün bunların oluşumunda kadının payı da bir hayli fazladır. Erkeklerin gölgesinde, zev- ki sefa umut eden tüm kadınlar, işin kolayına kaçmak için zoru başarandır, fakat bunun farkında değildir.

Erkeklerin gölgesinde yaşamayı seçenler, erkeklerin hükmüne boyun eğenler, onları kendi bünyelerinde var ettiklerini de unutmasınlar. Kadın soyut ve somut olarak her iki durumda da erkekleri ve onların zihniyetlerini doğurandır.
 
Doğurdukları cins bir canavara dönüşüyor ve eksikliklerinden fazlalık bulmaya çalışıyorsa, sistem arızalıdır mutlaka, binyıllardır bu konu muallakta kalmışsa şayet, arızasını gidermek de sanırım bir hayli zor görünüyor. Mücadele etmek, dengeyi eşitlik üzerinden sağlamaya çalışmak yine karşı cinsin işini kolaylaştırmaya hizmet etmek demek. Şekillendirirken, içine kattıklarımızın kimyasını bilmediğimizde, ortaya çıkardan medet ummak ne kadar gerçekçi olur ki… Gölgede yaşamak ve bundan gocunmamak şu halde bir tercih o zaman.

Ne istediğini bilmek ve onu elde etmek her kadının harcı değil. Bunun için kadının kendi gücünün farkına varması esas,
Gölgesiz bir yaşam, ışığın güzelliğine yaklaştırır insanı, ne istediğini bilmek işte bu yüzden çok önemlidir. Kendine gölge olmayanlara cinsi ne olursa olsun hiçbir şey gölge edemez.

Sen ne istediğini bil gücün onu elde etmeye fazlasıyla yeter sevgili kadın!.