Yüreğimizden gelen tüm hayallerin yansımasıdır yaşadığımız evler. İlmek ilmek işlenmiş tüm anıların şahidi, kalbimizin derinliklerinde sakladığımız tüm sırların bileni. Dokunduğumuzda soğuk duvarların verdiği ince sızıyla birlikte gelen sıcaklığı kendimizle anlamlandırmadığımız hangi mekanda yaşayabiliriz ki? Bir ev insana muhakkak ihtiyaç duyar. İlgi ve bakım ister. Öyle körü körüne bağ kurmaz kimseyle. Anlam bulmak ve anlamlı olmak ister. Paylaşmak ister. Üzerinde açılan yaraların sarılmasını ister. Yeni şeylerden ziyade “yenileşmiş” şeylerle birlikte varlığına devam etmek ister. Çok dirençlidirler hele ki bir çok yaşanmışlık varsa içinde. Toprağa salmışlardır köklerini ve bu sayede doğadan güç alırlar. İnsanın üretmesini sağlar. Çok uzak gelebilir ya da çok yabancı ancak; yaşadığımız evin oluşumunda hatta evin nefes almasında, katkısı olan bizler değil miyiz? “Eskiler” hep derler ki içinde insan yaşamayan ev ölmüş evdir. Çürür, yıkılır, yok olur gider. Fiziksel ya da duygusal açıdan hiçbir yuva diğer bir yuva ile benzerlik göstermez… Farklı bir mimarisi vardır müstakil evlerin. Ancak günümüzde bir programdan çıkmış gibi art arda dizilmiş birim tekrarlarından ibaret yaşadığımız alanlar. Bloklar yumuşak dokunuşlara elverişli değildir. Değişime açık değildir. Mümkün olduğunca tek bir amaca hizmet eder. Sadece barınma. İnsanları birbirinden uzaklaştırma, yalnızlaştırma ve sonrasında gelen psikolojik bunalımlar...